ZİRAAT MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

11 Aralık 2008 Perşembe

Gemlik' te Termik Santral' a Hayır

Gemlik’ te Termik Santral’ a Hayır!...

( Kaynak: Doğader, Ekoder ve Gemlik Yaşam Atölyesi Derneği tarafından 29.11.2008 Tarihinde Gemlikte düzenlenen panel’in internet ortamında dağıtımı yapılan bilgilendirme duyurusu )


Termik Santral nedir ?

Termik santraller katı, sıvı ve gaz halindeki yakıtlarda var olan kimyasal enerjiyi ısı enerjisine, ısı enerjisini de elektrik enerjisine dönüştüren tesislerdir.
Yani Termik santraller fosil yakıtların kimyasal enerjisinden elektrik enerjisi elde eden tesislerdir.

Gemlik’te Termik Santral ?

Gemlikte, 940 dönümlük arazi üzerine kurulu bir devlet teşekkülü olan Azot fabrikası (TÜGSAŞ Gemlik Gübre San.A.Ş) , Şubat 2004 tarihinde özelleştirilmiş ve üzerinde amonyak ve gübre üretim tesisleri, sosyal tesisler, zeytinlikler ve lojmanların bulunduğu deniz kıyısındaki bu alan, bedelinin çok altında olduğu söylenen bir para karşılığında Yıldırım şirketler grubuna verilmiştir.Yıldırım şirketler grubuna bağlı olan Yıldırım Holding A.Ş.,Yılport A.Ş.,Marmara Tersanesi A.Ş.,Eti Krom A.Ş. ve Gemlik Gübre Sanayi Anonim Şirketlerinin ortaklığı ile Şubat 2008 tarihinde Gemlik Elektrik Üretim A.Ş. kurulmuş ve adı geçen şirket Eylül 2008 tarihinde Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na Gemlik’te bir 500 MW termik santral kurmak ve elektrik üretmek üzere lisans başvurusunda bulunmuştur.Bahsi geçen şirketin yetkilileri, elektrik açığımızı kapatmak,işsizler için istihdam yaratmak üzere Almanya’dan ithal edilecek temiz teknoloji ile kurulacak olan bu santralin Gemlik için bir kazanç olduğunu beyan etmişlerdir.

Termik Santral Gemlik için bir kazanç mıdır ?

2 ünitesiyle toplam 320 MW elektrik üreten Çan Termik Santralinde saatte kullanılan kömür miktarı 260 tondur. Aynı teknolojik sistem ile çalışma olasılığı olan 500 MW lık Gemlik santralinde ise benzer kalorili kömürün kullanımı ile saatte 400 ton kömür yakılacak olup, bir gün içinde 9.600 ton kömür tüketilecektir.
Başka bir ifadeyle, günde 20 şer ton taşıma kapasitesindeki 480 kamyonluk bir kömürün yakılması söz konusudur.
Termik santralin yıl içinde toplam 2.700.000 ton kömür kullanacağı hesap edilmektedir. Bu, 135.000 kamyon kömür demektir.

Termik Santralin kurucu ve işleticisi olanlar, uzun yıllardır kömür ticaretiyle, özellikle kömür ithalatıyla uğraşan şirketlerdir. Dolayısıyla Çan termik santralinden farklı olarak, gerekli olan kömürü yerli kaynaklardan değil, ithalat yaptıkları ülkelerden gemilerle getirteceklerdir. İthal edilecek kömürün Çan linyitlerinden daha düşük vasıflı olması halinde , yukarıda hesap edilen kömür miktarını daha da arttırmak gerekecektir. Aynı zamanda ithal kömürün getirildiği ülke ve bulunduğu yerler itibariyle kimyasal içerikleri de çok farklı olabilecektir. Dolayısıyla kömürün taşıma,stoklama ve yakma sırasındaki ve sonrasındaki kirleticilik özelliği de farklılık gösterecektir.

Termik santrallerin randımanlı ve kesintisiz çalışabilmeleri için mevcut kömür stoklarının belirli bir seviyede olması gerekmektedir. Yine Çan termik santrali için öngörülmüş olan 200.000 tonluk stok alanı esas alınırsa, Gemlik Termik santrali için 310.000 tonluk (yani 15.500 kamyonluk) bir stok alanına ihtiyaç vardır.
Çan termik santralinde kömür stoklama işlemi her biri 11.600 m2 lik ve her biri 50.000 ton kapasiteli 4 alanda yapılmaktadır. Yani toplam stok alanı 46,4 dönümdür. Buradan yapılacak hesapla, Gemlik termik santrali için gerekli olacak kömür stoğunun 70 dönümlük bir araziyi kaplayacağı söylenebilir.
Kömürlerin, gerek gemiden boşaltım, gerek stok alanına ve buradan da termik santrale taşınmaları sırasında kömür tozundan oluşacak kirlilik ile toprağı, denizi ve havayı etkilememesi mümkün değildir.

Kömürün ayrıca stoklama koşulları da, içerdiği zehirli bileşiklerin doğaya salınımı ile yer altı suları ya da denize ulaşma imkanları da diğer risk unsurlarıdır.
Kömür stok sahasında kömürün kalitesine, depolama şekil ve süresine bağlı olmak üzere bir de yanma riski vardır. Uygun miktar, şekil ve sürede depolanmayan kömürlerin stok sahasında çıkaracağı yangın, yada termik santralde herhangi bir kaza nedeniyle oluşacak bir yangının, termik santralin kurulmasının planlandığı alanda gübre üretiminde kullanılan amonyak tankları ile Gemlik ve yakın ilçe ve köylerini haritadan silebilecek risk taşıdığını bilmemiz gerekmektedir.

Gemlik halkının, termik santral olsun yada olmasın, 80.000 tonluk amonyak tankları ile beraber yaşadığını ve hayatlarının her zaman bir risk altında olduğunu unutmaması gerekmektedir. Gemlik halkının bu hayati riski, mevcut gübre fabrikasının yanında kurulacak olan termik santral ile daha da artacaktır.Marmara denizinin güneyinde ve uzunca bir süredir aktif olmayan bir deprem fay hattının üzerinde olduğumuz da hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Kömürün yakılması ile yüksek miktarlarda kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), Ozon (O3), hidrokarbonlar ve partiküler madde (PM)ler açığa çıkar.

Kömür %0,7 - % 2,0 oranında kükürt içerir. Gemlik termik santralinde yakılacak kömürde % 1 lik oranda kükürt olduğu varsayılırsa günde 100 tona yakın kükürt dioksit gazı (SO2) nın açığa çıkması söz konusudur. Akışkan yataklı termik santrallerde yanma sırasında oluşan SO2 (sülfür)ün büyük kısmının ek bir baca gazı arıtma tesisine ihtiyaç olmadan yanma odasına kömürle birlikte beslenen kireçtaşı ile tutulduğu söylenmektedir. Yakıcıya beslenen kireçtaşı kükürt giderme (desülfürizasyon) reaksiyonunu gerçekleştirir. Bu nedenle bu tür tesislerde bol miktarda kireçtaşı da tüketilmektedir. Gemlik termik santralinde saatte 100 tonu aşan miktarda kireçtaşı kullanılacak olup yıllık gereksinim 840.000 ton olarak hesaplanmıştır.Keza akışkan yatak yakma teknolojisinde, düşük yanma sıcaklığının (850 °C), havayla giren azotun oksitlenmesini (ısıl NOx oluşumunu) en alt seviyeye indirdiği yakıt azotundan kaynaklanan NOx emisyonunun ise kademeli hava besleme tekniği ile düşük seviyelere çekilebildiği öne sürülmektedir. Fakat bu teknoloji hiçbir zaman SO2 ve NOx emisyonlarını sıfırlayamamakta ve karbonmonoksit ile birlikte iklim değişikliği ve küresel ısınmanın önemli nedeni olan bu gazların atmosfere salınımları engellenememektedir.

Kömürün yanmasından sonra, yanmayan maddelerden oluşan organik olmayan artığa kül denir. Kömürlerde kül oranı, kalitesine göre %10 ile % 50 arasında değişmektedir. Kömürün termik santralde yanmasından sonra oluşacak külün içeriğinde silisyum, aliminyum, demir oksitler yanı sıra toprağa, suya ve çevreye yayılabilecek Kadmiyum, Civa, Kurşun, Arsenik gibi ağır metaller, Uranyum ve havaya dağılan Radon gazı (Ra222) bulunur. Küllerin üzeri toprakla örtülse bile toprağın gözeneklerinden geçen Radon gazı 4 günden kısa bir süre içinde Polonyum’a (Po210) ve Aktif Kurşuna (Pb210) dönüşebilmektedir. Bu nedenle kül yığınları çevreye radyasyon yayarlar.

Gemlik termik santralinde kullanılacak kömürün külünün % 20 olması durumunda , günlük kül atığı 1920 ton (96 kamyon) olacak, bir yılda oluşacak kül dağı 700.000 tonu bulacaktır.Kül hesabını Çan Termik Santralinde kullanılan kömür kalitesi üzerinden yapacak olursak kül miktarı saatte 230 ton dan yılda 1,5 milyon tonu aşacaktır.
Çimento sanayinde kullanılan % 15 kül haricinde, külün tamamının herhangi bir sanayide kullanılması mümkün olmayıp, depolanacak küller çok büyük bir çevre kirliliği ve sağlık riski etmeni olacaklardır. Külleri depolamak için yeterli alana sahip olmayan tesisin, bu külleri nereye atacağı belli değildir.

Termik santralin çalışabilmesi için gerekli olan maddelerden biri de “su”dur. Çan termik santralinin ihtiyacı olan su miktarı saatte 130 ton olarak belirtilmektedir. Buradan yapılacak hesapla, benzer teknoloji ile kurulacak olan Gemlik santralinde saatte yaklaşık olarak 200 ton suya ihtiyaç duyulacaktır. Günde 4800 tona tekabül eden bu miktar yıl da yaklaşık 1,700,000 ton rakamını vermektedir.Soğutmada tatlı su yada deniz suyu ,hangisi kullanılısa kullanılsın denize desarj edilecek suyun ,denizin normal sıcaklığından daha fazla olacağı aşikardır. Dolayısıyla denize diğer pis atıklarla birlikte bir de sıcak suyun verileceği düşünülürse, deniz ekosisteminde çok büyük tahribatlar oluşacağı gayet nettir. Planktonlardan, balıklar dahil tüm deniz canlılarına kadar geniş yelpazedeki organizmaların türlerinin değişeceği yada yok olacaklarını öngörmek yanlış olmayacaktır.

Neden Termik Santrale Hayır diyoruz ?

Gemlik’te kurulu bulunan sanayi tesisleri nedeniyle Gemlik ve civarının zaten hava ve deniz kirliliğin yoğun yaşandığı bir bölge olduğu ortadayken, bir de buna kömür yakıtlı termik santralın eklenmesi tüm bölgenin doğal bitki örtüsünü ve tarım alanlarını olumsuz etkileyecek, çevre sağlığı ve insan başta olmak üzere canlı yaşamı için büyük riskler oluşacaktır.
Termik santralden C02 ve diğer zehirli gazlar rüzgarsız havalarda Gemlik’in üzerine bir kabus gibi çökecektir. Rüzgarlı havalarda ise batıda Kurşunlu ve Mudanya, doğuda Umurbey, Orhangazi ve İznik, kuzeyde Kumla, Karacaali ve Armutlu , güneyde ise Bursaya kadar olan tüm yerleşim yerleri ve tarım alanları gaz,kül yada çıkan asit yağmuruna maruz kalabilecektir.
Ülkemizin ihtiyacı olan enerjide dışa bağımlılığın devamlı olarak ve hemen hemen herkes tarafından eleştirildiği günümüzde ithal kömür ile elektrik enerjisi elde etmek ne kadar mantıklıdır ?
Termik Santralin Gemliğe istihdam katkısı olacağından, 500 kişiye iş imkanı sağlanacağından bahsedilmektedir. Kurulacak termik santralden bizzat kendisinin yada ailesinin sağlığının risk altına gireceğini bile bile burada çalışacak 500 kişinin Gemlik’ten sağlanması mümkünmüdür?
Mümkün olsa bile Gemlik ve çevresinde yaşayan insanların sağlıklarıyla oynamak, kanser vakalarının hızla artışı, doğanın ve tarım alanlarının tahrip olmasının yol açacağı felaket ile 500 kişinin iş olanağına kavuşması hangi vicdan yada mantık ölçüsüyle değerlendirilebilir.

Termik Santrali destekleyenler varsa,
onlar unutmasınlar ki…
Fosil yakıtları yakarak küresel ısınmaya ve iklim değişikliğine katkıda bulunacaksınız,
Tüm zeytinlikler ve tarım alanlarının tahribatından sorumlu olacaksınız,
Gemlik ve çevresinde hastalıklar ve ölümler artarsa,
Gemlik körfezinde canlı yaşamı biterse ,
Gemlik körfezinde turizm biterse ,
bunun sorumlusu siz olacaksınız…
Çünkü ;

Termik Santral KİRLETİR !
Termik Santral ÖLDÜRÜR !

Memleketin, şahsın ve çocuklarının geleceği için bu mücadelede yer almazsan,
çok yakında ;
“Gemliğe doğru Termik Santrali göreceksin, sakın şaşırma !!!”

19 Eylül 2008 Cuma

Nasıl Üniversite Olunur?

Nasıl Üniversite Olunur?

Ahmet Cemal – Cumhuriyet, 18.09.2008

Geçen haftaki yazının ardından, üniversite bizde ne ölçüde var, nasıl var veya hangi noktaya kadar var, hangi noktadan sonra yok, bunla­rı kısaca da olsa tartışmamız gere­kiyor. Hatta, bazı saptamalar kar­şımıza, "Bizde üniversite var mı?" gibi acımasız bir soru çıkartırsa, bu soruyu ve onu cevaplandırma yü­kümlülüğünü de göğüslemek ve üstlenmek zorundayız.

Hemen belirteyim ki, bugün yüz­den fazla üniversitesinin bulundu­ğunu iftiharla söylediğimiz bir ülkede, yani ülkemizde, yukarıdaki türden sorular kulağa tuhaf gelebilir. Ayrıca, yüzden fazla gerçek an­lamda üniversiteye sahip olmak, gerçekten çok büyük bir bilimsel kapasiteye, çok köklü bir bilim ge­leneğine sahip bulunmak anlamına gelir ve böyle bir kapasite, o ülke­nin dünya sıralamasında çok yu­karılara tırmanmasını sağlar.

Eğer bazı binalar ve tesisler inşa edip bunların ana giriş kapılarının üzerine " ... Üniversitesi" yazmak, başlarına 'Rektör' ve/veya "De­kan" unvanlarını taşıyan kişileri ge­çirmek, içlerini de profesör, doçent ve başkaca öğretim elemanlarıyla doldurmak, o mekanları üniversite kılmaya yetseydi, başka deyişle üniversite kurmak, bunca "biçimsel" ve dolayısıyla da kolay bir eylemle gerçekleşebilseydi, o zaman bu yıl tanık olduğumuz gibi ülkemizde bir yılda yirmiyi aşkın yeni üniversite­nin açılmasını bile az görebilirdik.

Gelgelelim üniversiteyi üniversite kılmaya ne binaları ve tesisleri; ne de yöneticileri ve öğretim eleman­ları yeter. Bir üniversitenin "üniver­site" olabilmesinin temel ve ol­mazsa olmaz koşulu, evrensel ni­telikte bilimin ve bilginin üretildiği bir odak noktası olmasıdır. Başka de­yişle, üniversite birincil olarak, ne bir meslek okuludur, ne de üretilmiş değil, fakat nakli bilgilerin öğrenci­lere aktarıla geldiği bir yerdir. Zaten örneğin "meslek okulu" ve "üni­versite" arasındaki kavramsal ayrım, Batı'da bu yüzden ortaya çıkmıştır. Yine aynı nedenle, bugün Batı'nın " çok önemli bazı üniversiteleri için her şeyden önce bünyelerindeki fel­sefe fakülteleri ile övünmek, her fır­satta tanıtım amacıyla bu fakülte­leri ön plana çıkarmak, köklü bir ge­lenektir. Üniversiteyi üniversite kı­lan temel niteliğin bilim ve bilgi üre­timi olduğu göz önünde tutuldu­ğunda, felsefe fakültelerine verilen önem de kendiliğinden anlaşılır: Felsefe, ele aldığı her konuyu "Nedir? sorusunu yönelterek özünde sorgulayan, bunun sonucu olarak da kavramlar aracılığıyla sürekli soru ve bilgi üreten daldır. Dolayı­sıyla felsefe, bilim ve bilgi üretimi­nin organik diyebileceğimiz teme­lidir.

Bu anlatılanlar ışığında üniversi­te hocası, birincil görevi mevcut "müfredat programlarını" sadece uygulamakla yetinen, araştırma yapmayan ya da belli "zorunlu" aka­demik unvanları bir defa aldıktan sonra, canı isterse artık emekliliği­ne kadar tek satır yayımlamadan sadece derslerine girip çıkan kişi değildir. Üniversite hocasını, "aka­demisyen"i hoca ve akademisyen kılan, onun mesleğinin basamak­larından çıktıkça artan bir araştırma, bilgi üretme ve öğrencilerini de böyle bir üretime ortak etme yü­kümlülüğünü daha en baştan üst­lenmiş olmasıdır. Araştırma yap­mayan, eser vermeyen, bilgi üreti­mi eylemini gerçekleştirmeyen bir üniversite hocası ve akademisyen kavramı, Batı'nın üniversite gele­neğine yabancıdır, çünkü o iklimlerde bu gelenek, bilim geleneği gi­bi çok daha genel ve önemli bir ge­lenek temeline dayanır.

Öğrencilere, sanat kavramı ko­nusunda kendi fikirlerini üretmele­rine zemin hazırlayacak bir eğitimi ve fırsatları sunmadan, üniversite eğitiminde sadece sanatın uygula­masını öğretmek üzerinde odaklaşmak; insanın bütün eylemlerini içine alan "kültür" kavramından yola çıkan, eleştirel nitelikte bir kültür tarihi çalışmasını yeterince ya da hiç önemsemeyerek "üniversi­teli" yetiştirilebileceğine inanmak; sadece bir arsa üstüne bina inşa et­me uygulaması değil, fakat bundan çok daha geniş bir boyutta, uzamı doldurmanın estetiği diye nitelen­dirilebilecek bir mimarlık anlayışını tartışma konusu yapmaksızın, mi­mar yetiştirilebileceğini düşünmek ve nihayet, hangi alanda olursa ol­sun, önce eleştirel düşünme biçi­mini egemen kılmadan, temel ama­cı bilim, bilgi ve düşünce üretmek olan "üniversite" kavramının içinin doldurulabileceği yanılsamasına kapılmak bütün bunların "üniversite" ile hiçbir ilintisi yoktur ve her ortamda yapılması gereken şey, ka­pısında "üniversite" yazan kurumları sürekli olarak bu ölçütlerin süz­gecinden geçirmektir.
acem20@hotmail.com

16 Eylül 2008 Salı

Denizler Tehlikenin Eşiğinde

Denizler Tehlikenin Eşiğinde

Hüseyin BAŞ – Cumhuriyet Gazetesi, 15.09.2008

İklim değişimleri çoktandır herkesin derdi. Buna çev­renin, doğanın, havanın, toprağın, suyun durdurula­mayan kirlenmesi de eklendiğinde insan yaşamına ol­duğu gibi yerküredeki canlıların tümü ve gelecek nesiller için de büyük tehdit oluşturuyor.

Bütün bu kötü gidişin tek sorumlusu ise ne yazık ki, insanın kendisinden başkası değil. Başta büyük dev­letler olmak üzere, bireyler dahil sorumlulukta herke­sin payı var. Kyoto alarm vereli yıllar oldu. Hala onu, şir­ketlerinin rekabet gücüne zarar vereceği kaygısıyla ka­bul etmeyen, imzalamayan ya da onaylamakta ayak sü­rüyen ülkelerin sayıları az değil.

Kyoto Protokolü' ne imza koyup onaylayan Ülkelerin söz konusu küresel afete karşı etkin bir biçimde sa­vaştıklarını söylemek zor. Çoğu ülke, ülkemiz de dahil olmak üzere, işi bir ucundan tutarak geçiştirmeye ba­kıyor. Çünkü bu afetle savaş ucuz değil. Ciddi yatırımlar, toplumların çevre konusunda eğitilmesi önde gelen ge­reksinimler arasında. Dahası ulusal planda olduğu gi­bi küresel planda da irade gerekiyor. Silahlanmaya, sa­vaşa milyarlarca dolar harcamakta tereddüt etmeyenler, getirisi uzun zamanlara uzanan çevrenin korun­masına yönelik yatırımlar söz konusu olduğunda yan çiziyorlar.

Otuz kırk yıl önce birbirlerinden neredeyse bıçak gi­bi ayrılan mevsimlerin yerinde bugün yeller esiyor. O kadar ki, Vivaldi bugünlerde yaşasaydı ünlü 'Dört Mev­sim'ini zor yazardı. Mevsimler çoktandır birbirine ka­rışmış. Dört mevsimden söz eden kimseye de rast­lanmıyor. Yaz ortasında görülmemiş şeyler oluyor. Kenya'ya kar yağıyor. Ormanlar sıcaktan, toprak kuraklık­tan yanıyor. Kutuplardaki bin yıllık buz dağları eriyip yok oluyor. Doğanın suyu, havası, akarsuları, toprakları göl­leriyle kirletilmesi, orman kıyımları aralıksız sürüyor. Bi­lim adamlarının son araştırmaları denizlerin, okyanus­ların bile iklimsel değişimlerin ve genel kirlenmenin teh­didi altında yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduk­larını ortaya koyuyor. Alarm veriyor.

İklim değişimlerinin ve atmosferin ısınmasının önde gelen nedenleri artık kimse için sır değil. Sera etkisi ya­ratan karbon salınımının bunun başta gelen sorumlusu olduğu biliniyor. Gelin görün ki karbon salınımında en ön sırada yer alan ABD ve W. Bush yönetimi, sera etkili salınmaların azaltılması için kılını kıpırdatmaya niyetli görünmüyor.

Binlerce araştırmacı, teknisyen ve uzmanı temsil eden sekiz bilimsel örgüt geçen ağustos sonlarında, Bush yö­netiminden umudu kestikleri için gelecekteki başkana, yönetime ve Kongre'ye iklimsel ısınmanın neden olduğu aşırı meteorolojik olgulara karşı korunmada alınması ge­reken politikaları uygulamaya koyması için çağrıda bu­lunmuştur. Katrina, ike gibi her yıl ortalığı birbirine ka­tan kasırgaların önceden saptanması için gerekli yeni uydular ve daha güçlü bilgisayar sistemleri için gerekli 9 milyar dolarlık kaynak talep etmişlerdir. Irak savaşı­na 3 bin milyar dolar harcamakta tereddüt etmeyen Bush yönetimi, kasırga afetinin zararlarının en aza in­dirilmesi için gerekli 9 milyar doları esirgemesi bir yana, çok daha büyük bir küresel afetin baş sorumlusu karbonsalınımının azaltılmasına şaşı bakıyor.

Son günlerde yayımlanan bir başka bilimsel rapor, çevre kirlenmesinin okyanuslar dahil tüm denizler ve kıyıları düpedüz yok olmanın eşiğine getirdiğini ortaya koymaktadır. ABD Virginia Deniz Enstitüsü'nden Robert Diaz' la İsveç'in Goetheburg Üniversitesi'nden Rutger

Rosenberg' in geçen 15 Ağustos 08'de Science dergisinde yayımladıkları araştırmaya göre 1960 yılından bu yana denizlerdeki 'ölü bölgeler' her on yılda 1 katı artmaktadır. Dünyada bugün 400 deniz kıyısı bölgesinde toplam 245 bin kilometre kare, yani Yeni Zelanda büyüklüğündeki bir alanı 'ölümün' eşiğine getirmiş bulunmaktadır.

Ciddi Le Monde gazetesi 'Ölmekte Olan Denizler' baş­lığıyla yayımladığı başyazıda şu çarpıcı görüşleri dile getirmektedir: "Çöl sözcüğü, asla denizle değil, toprakla ilgilidir. Ne var ki, okyanuslar insanların kusurlu davranışları yüzünden ‘ sıvı çöllere' dönüşmenin tehdidi altındadır. Deniz canlılarının yok oluşunun en belirgin etkenlerinden biri aşırı avlanmadır. Ama yaşam için son derecede tehlikeli ve sinsi gelişme deniz suyunu oksijensiz bırakan ve yok eden 'L'Eutrophisation' olgusu­dur." Bu olgu başlangıçta yosunların sıra dışı yayıl­masıyla ortaya çıkmakta, sonuçta deniz suyunun ok­sijenini yok ederek, deyim yerindeyse, denizleri öldürmektedir. Bu tehlikeli gelişmenin önde gelen nedenlerini Le Monde şöyle sıralıyor: "Okyanuslara, denizlerin soluğunu kesen söz konusu 'boğulmanın' kaynağında bir kez daha yine insan yer almaktadır. Kirletilmiş sular, akarsulara boca edilen sanayi atıkları, kıyılardaki turizm baskısı, özellikle de tarımda kullanılan kimyasallar ... " (Le Monde, 16.08.08)

Konunun uzmanlarına göre denizlerin çöle dönüş­mesinde baş sorumlu, iklimsel değişimleri tetikleyen se­ra etkili gaz salınımlarının yanında tarımda kullanılan kim­yasallar.. dereler, akarsulara sorumsuzca boca edilen zararlı atıklardır. Denizlerimizin çöle dönüşmesini istemiyorsak, öncelikle ve acil olarak kıyılarımızın, akar­sularımızın pervasızca kirletilmesini, tarımda kimyasal gübrelerin aşırı kullanılmasını önlememiz gerekmektedir. Bu da, sadece kıyılarımıza 'mavi bayrak' dikmek­le olmaz. Devletin artık savsaklamadan işe ciddi ola­rak el atması, gerekli caydırıcı yasaları çıkarması, kapsamlı bir 'kirlenme envanteri' hazırlayarak, etkin de­netim ağının kurulması ve doğanın kirletilmesinin 'ağır suçlar' kapsamına alınmasıyla gerçekleşebilir.

AR-GE Hizmetleri

AR-GE Geriliği


Yakup Kepenek – Cumhuriyet Gazetesi, 15.09.2008


Günümüzde ekonomik büyüme ve gelişmenin en önemli kaynağı "teknolojik yenilik"tir.


Teknolojik yenilikler, her geçen günün, gide­rek her saniyenin yeniden kanıtladığı gibi, eko­nomik ilerlemenin motoru görevini, "ağırlığını art­tırarak" yapıyor. Bu nedenle AR-GE verileri, ül­kelerin ekonomik gelişmelerinin "birincil göstergesi" sayılıyor.


Geçen günlerde "R-D Magazin", "Küresel AR-GE Raporu" başlığı altında dünyadaki AR-GE du­rumunu, sayısal verilerle ve karşılaştırmalı olarak yayımladı. Veriler, Türkiye'nin AR-GE "harcamaları" ve "çalışanları" bakımlarından dünyadaki gelişmelerin çok gerisinde kaldığını kanıtlıyor.


AR-GE harcamalarının toplam ulusal gelire oranı, uluslararası karşılaştırmada en çok baş­vurulan göstergedir. R-D Magazin'in bulgularına göre, her yıl "ulusal gelirden AR-GE' ye ayrılan pay", 2006'da, Japonya'da yüzde 3.40, ABD'de yüzde 2.76, Avrupa ortalaması olarak yüzde 1.88 ve Çin'de yüzde 1.61' dir. Başta Çin olmak Üzere he­men tüm ülkelerde AR-GE' ye ayrılan parasal kaynaklar hızla arttırılmaktadır.


Türkiye'de toplam AR-GE harcamalarının yıllık ulusal gelir içindeki payı, 2006'da, yüzde 1 'in al­tında, yüzde 0.7 dolayındadır. Çok daha olumsuzu, bu payın, 2001 'den bu yana çok değişmediğidir; TÜIK verileriyle, AR-GE harcaması ulusal gelir ora­nı, 2001 'de aynı yaklaşık düzeydeydi


Oysa bu oranın "en az yüzde bir" olması önem­li sayılır, çünkü yüzde bir, doğru dürüst bir AR-GE yapılanması için, bir eşik değer; bir önkoşul sayılmaktadır.


AR-GE, yalnızca para işi değildir; her şeyden önce araştırmacı insanla yapılır.


AR-GE' çalışanlarının sayısı ve niteliği bakımından Türkiye'nin durumu içler acısıdır ... Ül­kemizde her "bir milyon çalışanın yalnızca yüz­de O.3'Ü" AR-GE ile uğraşıyor. Bir milyon kişi ba­şına AR-GE çalışanlarının Avrupa ortalaması ise yüzde bir dolayındadır. Bu sayısal azlık niteliksel yetersizlikle tamamlanıyor. Kaliteli araştırmacı azlığı ve bunların çalışmalarının kurumsal bir ya­pıya oturtulmamış olması nedeniyle, Türkiye araştırma projesi oluşturamıyor. Çünkü Türkiye bilim insanı yetiştirmiyor! Bugünlerde açılan üniversitelerin nitelikli öğretim üyesi açığı çok, ama çok büyüktür ..


Hiç kuşkusuz AR-GE olgusu, yalnızca bu konuya ayrılan para ve insangücü ile ölçülemez. AR­GE'nin "kurumsal yapısı" da başarı için çok önemlidir.


Türkiye'nin AR-GE konusunda yaşadığı bu "sayısal azlık", son yıllarda "niteliksel" yetersiz­liklerle tamamlanmaktadır.


Ülkemizde AR-GE çalışmalarının; en son (2006) verilere göre, yarısından fazlası "üniversiteler', yüz­de 35;40 dolayında kısmı "girişimciler", yani fir­malar, kalan yüzde 10-15 gibi bir bölümü de "ka­mu araştırma birimleri" tarafından yapılmaktadır.


Sayıların azlığı bir yana, bu sayılarla bile "başarılı" bir AR-GE kurumsal yapısı oluşması için, firma­ların AR-GE' ye daha çok kaynak ayırması ve AR­GE sisteminin "bütüncül" bir işlerliğe sahip olması gerekir. Ülkeler, AR-GE konusunda "yetkinlik" kazanmak amacıyla "ulusal yenilik sistemi" oluşturuyor. Ulusal yenilik sistemleri, anaokulundan üni­versite "sonrasına” uzanan tüm eğitim sistemi ile; iletişim ve finansman altyapısını; nitelikli işgücü ge­reksiniminin nasıl karşılanacağını; üretim ve ürün pazarlanmasını içeren tüm altyapıların eşgüdüm içinde ve etkin çalışmasının genel çerçevesi an­lamına geliyor.


Türkiye, ulusal yenilik sistemi anlamında bir makro ya da "bütüncül" bir teknolojik yenilik "politikasından" yoksundur.


Başta TÜBITAK ve üniversitelere rektör atan­masındaki son yaşananlar olmak üzere, kamuda hükümetin uyguladığı "yanlış kadrolaşma"" ku­rumların AR-GE ile uğraşmasına zarar verecek boyutlardadır.


Türkiye AR-GE, dolayısıyla da teknolojik yenilik bakımından yıllardır yerinde sayıyor. Ancak tek­nolojik yenilik alanında "yerinde saymak" diye bir kavram yoktur. Diğer ülkeler, "her saniyeyi" değerlendirerek araştırma geliştirme yaparken, ilerlerken, siz yerinizde sayamazsınız; kaçınılmaz ola­rak, "her saniye" geri düşersiniz! Türkiye her sa­niye geri kalıyor!!!

25 Ağustos 2008 Pazartesi

DÜNYA SU FORUMU - Osman İkiz - Cumhuriyet, 23.08.2008


Ürküten Rakamlar
• Dünya Sağlık Teşkilatı'nın raporlarına göre ge­lişmekte olan ülkelerde hastalıkların yüzde 8O 'ine kirli sular yol açmakta.
• Avrupalılar günde 200 litre, Amerikalılar ise 400 litre su kullanıyor. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayanların günde kullandığı su miktarı ise 10 litre.
• Gelişmiş ülkelerdeki çocuklar, gelişmekte olan ülke ço­cuklarına göre 30 misli fazla su tüketiyor.
• Çin' de nehirlerin yüzde 40'ı, içme, su kaynaklarının yüzde 50'si kirlenmiş durumda.
• Hindistan'da birçok nehir kurudu.
• Batı'da diş fırçalamak için 8 litre, sifonu çek­mek için 10-35 litre, duş için 100-200 litre su kullanılıyor.
• Kişi başına düşen günlük su ihtiyacı 50 litre olsa da, 30 litre suyla günlük işler halledilebiliyor; yiye­cek ve içecekler için 5 litre, hijyen için 25 litre su gerekiyor.
• Bazı ülkelerde kişi başına günde 10 litrenin altında su düşü­yor. Gambiyalılar günde 4.5, Malililer 8, Somalililer 8.9, Mo­zambikliler 9.3 litre su kullanıyor.
Sanal Su Tüketimi: 2008 Su ödülünü kazanan King’s College öğretim üyesi Prof. John Anthony Allan, farkında olmadan tükettiğimiz suyu “ Sanal Su “ olarak tanımlıyor. Tükettiğimiz her şeyin üretiminde su kullanıldığını dikkate çeken Prof. Allan, su konusunda duyarlı davranmak için her türlü tüketimde bilinçli ve tutumlu olmanın gerektiğine işaret ediyor...
Sanal Su Tüketimi:
1 Fincan Kahve-140 litre/su,
1 Bardak Süt-200 litre/su,
1 Kg Patates-900 litre/su,
1 Kg Tavuk Eti- 3900 litre/su,
1 Kg Mısır-1400 litre/su,
1 Kg Buğday-1450 litre/su,
1 Hamburger-2500 litre/su,
1 Tişört- 2700 litre/su,
1 Kg Peynir- 5000 litre/su,
1 Jeans Pantolon- 10000 litre/su,
1 Biftek- 14000 litre/su.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

İncir - hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin

İNCİR - İncir hücreleri yeniliyor

Japonya' da yapılan bir araştırmada derileri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiği ifade edilirken incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğu belirtildi.

Cumhuriyet Gazetesi Haber Merkezi ( 18.08.2008 ) - İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve mineral­lerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğu bil­dirildi. Japonya'da yapılan bir araştırmada derileri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen İncir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğün tespit edildiği ifade edilirken taze­sinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabilen in­cirin, özellikle sindirim siste­mi için çok faydalı bir meyve olduğu belirtildi.

Amerikan Diyetetik Der­neği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, in­cirin, içerdiği yüksek oran­lardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirterek "İncir, lif deposudur ve gut hasta­lığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir. Kemik sağ­lığı, kan pıhtılaşması ve sağ­lıklı sinir sistemi için gerek­li kalsiyumun en yoğun bit­kisel kaynağı olduğu bilin­mektedir. Anında enerji sağ­ladığı ve krampları engelle­diği için sporcular için ol­dukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir; demir ve potasyum açısından besin değeri yüksektir" dedi.

İNCİRİN YARARLARI

  • Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir.
  • İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşü­rülmesi gibi yararlar sağlamaktadır.
  • Protein miktarı birçok kuru mey­venin iki katından daha fazladır.
  • İçerdiği bazı asitler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği bulunuyor.
  • Besin değeri yüksek olan ku­ru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir.
------------------------------------------------------------------------

İncir

Anavatanı doğu Akdeniz ve güneybatı Asya (Türkiye'den Afganistan'a kadar) olan, ağaç ya da ağaççık nitelikli bir bitki türü ve bu türün meyvesidir.

Bilimsel sınıflandırma – [Âlem: Plantae – Bitkiler], [Bölüm: Magnoliophyta], [Sınıf: Magnoliopsida], [ Takım: Rosales], [ Familya: Moraceae – Dutgiller], [ Cins: Ficus], [ Tür: Ficus carica Linnaeus]

İncir, dutgiller (Moraceae) familyasına dahil olan incir (Ficus) cinsinin içerdiği yaklaşık 800 kadar tür içinde ticari öneme sahip meyve veren tek bitkidir. İncir bitkisinin çiçeklerinde tozlaşma olayı bazı böcekleriyle gerçekleşir. Bu olaya "Kaprifikasyon" denir.

Meyvelerinin besin değeri yüksektir. Meyvelerin bileşimini %30–40 şeker, A,B,C vitaminleri oluşturmaktadır. Meyvelerinden hazırlanan infusyon özellikle çocuklarda kullanılabilen bir müshildir. Yapraklarındaki süt, "incir sütü" olarak bilinir ve halk arasında siğillere karşı kullanılır. Türün taze yaprakları ise, lapa halinde yaralara karşı tedavide halk ilacı olarak kullanılagelmiştir.

İncirin Dünya'daki en büyük üreticisi Türkiye'dir. Başlıca dış satım ürünümüzdür. Ege bölgesinde tarımda ön planda yer alır. Türkiye'de en fazla Aydın ve İzmir yöresinde yetiştirilir.

------------------------------------------------------------------------

Bol Bol İncir Yiyin

*Hücreleri Yenilendiren Besin*Hücreleri Yenilendiren Besin - Hücreler, vitamin deposu incirle yenileniyor.

Tazesi yaz aylarında, kurusu kışın tüketilen vitamin deposu incir, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlıyor.

Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olan incirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirtti.Lif deposu incirin gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan 'fisin' maddesini içerdiğini söyleyen Selahattin Dönmez, incirin anti-kanserojenik etkisi üzerinde de çalışmalar bulunduğunu ifade etti. Dönmez, Japonya'da yapılan bir araştırmanın deri altında tümör gelişmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiğini ifade etti. Ayrıca incirin kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sinir sistemi için gerekli kalsiyumun kaynağı olduğunu hatırlatan Doktor Dönmez, "Aynı zamanda anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular açısından oldukça faydalıdır." diye konuştu. İçerdiği bazı asitler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıyan incirin, birçok kuru meyvenin iki katından fazla protein barındırdığını belirten Dönmez, vitamin deposu meyvenin kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağladığını da kaydetti.

*Bol Bol İncir Yiyin *

Bol Bol İncir Yiyin - İncir, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlıyor.Amerikan Diyetetik Derneği'nin Denizaşırı Ülkeler Türkiye Temsilcisi Diyetisyen Selahattin Dönmez, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tazesinin yaz aylarında, kurusunun ise her zaman bulunabileceği incirin, özellikle sindirim sistemi için çok faydalı bir meyve olduğunu söyledi.İncirin, içerdiği yüksek oranlardaki protein, vitamin ve minerallerle hücrelerin yenilenmesini sağlayan bir besin olduğunu belirten Dönmez, "İncir, lif deposudur ve gut hastalığını iyileştirici bir enzim olan fisin içerir. Ayrıca çok hafif bağırsak çalıştırıcı özelliği olduğu da bilinmektedir. İncirin anti-kanserojenik etkisi üzerinde de çalışmalarbulunmaktadır" dedi.Dönmez, Japonya'da yapılan bir araştırmanın deri altında tümör geliştirilmiş farelere enjekte edilen incir özünün, tümörleri 11 günde yüzde 39 oranında küçülttüğünün tespit edildiğini ifade ederek, "Ayrıca kemik sağlığı, kan pıhtılaşması ve sağlıklı sinir sistemi için gerekli kalsiyumun en yoğun bitkisel kaynağı olduğu bilinmektedir. Anında enerji sağladığı ve krampları engellediği için sporcular için oldukça faydalı bir besindir. Özellikle kuru incir, demir ve potasyum açısından besin değeri yüksek bir meyvedir" diye konuştu.

*-"İNCİRİN SAKİNLEŞTİRİCİ ÖZELLİĞİ BULUNUYOR"- *

İncirin, içerdiği bazı asidler dolayısıyla doğal bir sakinleştirici özelliği taşıdığını da vurgulayan Dönmez, şunları kaydetti: "Besin değeri yüksek bir ürün olan kuru incir, kolay sindirilebilen fruktoz ve glikoz içerir. Protein miktarı birçok kuru meyvenin ikikatından daha fazladır. Diğer meyvelerle karşılaştırıldığı zaman kalsiyum, bakır, magnezyum, potasyum ve kükürt bakımından birinci, enerji, pantotenik asit, riboflavin, tiamin ve piridoksin bakımından ikinci sırayı aldığı görülmektedir. İncir, içeriğindeki pektin nedeniyle, bağırsaklarda toksik maddelerin atılması, kandaki kolesterol düzeyinin düşürülmesi gibi yararlar sağlamaktadır."Dönmez, daha olgunlaşmamış incirlerin oda sıcaklığında ve doğrudan güneş ışığı almayan bir yerde, olgun incirlerin ise buzdolabında saklanması gerektiğini belirterek, taze incirin ara öğünlerde veya salataları lezzetlendirmek için kullanılabileceğini ve kahvaltıda da tüketilebileceğini vurguladı.

İnternet ortamından paylaşılan bir iletiden alınmıştır.

"HALDUN KESKIN" <
keskinlergenpa@gmail.com>

10 Ağustos 2008 Pazar

Kaz Dağları, Vatanı Savunmak, Altın Madenciliği, Dünya halklarına çağrı

Kaz Dağlarını, Vatanı Savunmak

( Mehmet BAŞARA N - 03.08.2008 - Cumhuriyet )

Bir altın arama saldın­sına uğradı ülkemiz. Yabancı şirketler, de­lik deşik ediyor toprakları­mızı; özsuyunu emip, balını aldıktan sonra, korkunç bir posa bırakıyorlar geride. Bu saldırıya, yıllardır "dur!" demeye çalışıyor Bergama köylüleri. Dava açıp kazanıyorlar ama uygulanmıyor karar. Gizli bir düşman, per­de indirmiş gözlere. Yasaları çıkaranlar, kuşkusuz seviyorlardır ülkelerini.

Cumhuriyet öncesinde, ayrıca­lıklı yabancı şirketlerin, na­sıl ülkenin altını üstüne getirdiğini, tarihte okumuşlar­dır en azından. Balya' da yıl­larca gümüşlü kurşun çıka­ran şirketin bıraktığı, ot bit­mez ölü toprak, en aymazı­mızın bile kafasına "dank!" ettirecek gerçeklikte...

Yeni çıkarılan maden ya­sasıyla, ülkemizin her karışı ayrıcalıklarla şirketlere açılıyor. Sömürüye, vurguna açık bir Yasa bu, "Türkiye'nin alanı, 767 bin ki­lometrekare, bunun 155 bin kilometrekaresi ruhsatlandınldı madencilere. Yani, "ülkenin % 60'1, ya­bancıların elinde." (eski Orman Mühendisleri Odası Başkanı Salih Sönmezışık)

Yasanın çıkışından yak­laşık bir ay sonra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çanakkale' de dünyanın dev şirketleriyle bir bilgilendirme toplantısı düzenlemiş. Sunumlarla, Kaz dağının gizilgücü anlatılmış, koor­dinat vererek nerede altın, nerede hangi maden var açıklanmış. Toplantının ar­dından, bütün şirketler, Kaz Dağı'na hücum etmiş. 2004 yılında verilen ruhsat sayısı 21, bunun 14'ü altın arama ruhsatı... Kaz Dağları ve Madra Dağı çevre Platformu yürütme kurulu üyesi Salih Sönmezışık "Kaz Dağları savunması, vatan sa­vunmasıdır" diyor. Orman Mühendisi Sönmezışık, gerçekten yöresini bilgilendiren, aydınlatan bir sönmez ışık. "Biz, nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz, siz de aynı sevgiyi göste­rebilecek misiniz kardeş­lerimize" der Seattle. "Be­yaz adam, anası olan top­rağa ve kardeşi olan gök­yüzüne alıp satacak, işle­necek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. ( ... )

"Beyaz adamın kurdu­ğu kentlerde, huzur ve ba­rış yoktur. O kentlerde, bir çiçeğin açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyul­maz... " (Melih Cevdet Anday, "Bir Vahşinin Mektubu")

Gelelim Kaz Dağlarını yağmalamaya kalkışan uy­garlara(!) ...

Yalnız Türkiye' nin de­ğil, tüm dünyanın varsıllı­ğıdır Kaz Dağları. Dünya ekinini, sanatını emziren söylenceler anasıdır İda. İl­yada'yı çamlarının dibinde yazmıştır Homeros.

Kucaklaşmış, bütünleş­miştir yöresinde yaşayan­larla Kaz Dağı. Dillerinde, düşlerinde, sevdalarındadır, Körfez halkının. Bir direnç, bir umut parıltısıdır Sarıkız doruğu her sabah. 906 çeşit bitkiyi besler yöre. Bunlar­dan 43'ü yalnızca Kaz Dağı’nda yetişir."Bin pınarlı İda" der, ona Homeros. O sulardır güzelleştiren zeytin ülkesini; ormana, zeytinliklere can veren...

Homeros, destanında: "Gül parmaklı şafak dağ­lara değdiğinde" diye baş­lar söze. Öyle yapalım biz de: Gül parmaklı şafak dağ­lara değdiğinde, mor ya­maçları kımıldanır Kaz Da­ğı'nın; Beypınarı'nda; Beş Kardeşler' de, Pazareğrek'te, silkinip doğrulur, işbaşı eder Türkmenler. Ormanın nab­zını tutan, her ağacın üstüne titreyen onlardır. Toprağın ve pınarların kardeşidirler. Kuytularda açan kır lalele­rinin ürperişini, yaprakları­nın titreyişini duyarlar. Ova­da, yamaçlarda buğulanır zeytin ormanı... Hasan Boğuldu, Sutüven, Çınarlıhan, Çörtükalan...

Uygar dünyanın uyanık geçinenleri, söylencelerinden hasatlar kaldırmış Kaz Da­ğı' nın. Ta Troya Sava­şı'ndan beri, yörede gözle­ri... Sömürdükleri, soydukları yoksul ülkelerin kanları, kemikleri üstüne kur­muşlar kentleri! Uygarlıkları, tek dişi kalmış canavar...

Bilgiyle bilinçle, yöre hal­kıyla birlikte vatan savun­masını başlatıyor.

Toprak satın almak isteyen Amerikan Başkanına: "Bir Vah­şinin Mektubu" diye çevi­rilen Kızılderili reisi Seatt­le'ın mektubu, tüm uygar de­diğimiz dünyaya insanlık dersi veren, yaşam dersi veren bir mektuptur. Keşke tüm eğitim kurumlarında okutulsa, özümsense o mek­tup. "Yazıdan önceki top­lum" insanının ekin biriki­mi, dünyayı, yaşamı, ku­caklayan bir birikim...

Hey Kaz Dağları'na, Mad­ralara kazma vurmaya kal­kışan kapitalizmin, kanlı pa­ranın uşakları! Bizleri, Ke­malizmin aydınlığından uzaklaştırıp, ortaçağ karanlığına sürüklemeye kalkı­şan işbirlikçiler! Kuvayı Milliye direnişini yaratan yöredir Ege. Yedi düvele karşı, Kurtuluş Savaşı ka­zanılan yer... Öldü mü sa­nırsınız Ayvalık'ta saldırganlara ilk kurşunu sıkanları? Bir gecede, Akbaş cep­haneliğini Anadolu'ya taşıyan Kaymakam Köprülü Hamdi Bey’leri... Çanak­kale'de 210 okkalık mermi­yi sırtladığı gibi namluya süren, Ocean'ı denize gömen Manastırlı Koca Seyit'leri… Borazan Çavuş'ları…

Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu, "Al­tın aramaya hayır!" diyen tek yürek. Yürütme Kurulu üyesi, eski Orman Mü­hendisleri Odası Genel Baş­kanı Salih Sönmezışık, üye­lerin tümü, "Bağımsızlık savaşçılarının torunları". "Kaz Dağları savunması, vatan savunmasıdır” diyorlar Kaymakam Hamdi Bey' ce, Koca Seyit' çe ne di­yor Salih Sönmezışık: "Kri­ze giren kapitalizm, geri kalmış ülkelerin kaynak­larını sömürmek istiyor. Bence Kaz Dağları'ndaki altın faaliyetleri, BOP pro­jesinin Türkiye'deki yeni ayağı. Ha Ortadoğu'nun petrolü, ha İda'nın altını. Şöyle bir durum var; altın, yanında uranyum gibi çok stratejik bir maddeyle be­raber çıkar. Uranyum altından daha değerlidir. (Cumhuriyet 30.3.08)

Gözü dönmüş altın arayı­cılarını çarpar bu bilinç. Sönmezışıklar var oldukça, karartılamaz yaşam. Zeytin ülkesini karartmaya kalkı­şanlara gereken dersi verir Kaz Dağları, tek yürek. Ko­zak Yaylası, Bergama, Kan­lı Kayalar, Şahin Kayası di­şiyle tırnağıyla savunur ya­şamı...

Yakında bozgunculuğa, ayrımcılığa, içinden pazar­lıklı uygarcı(!) dayatmacılara karşı, tüm Türkiye tek yü­rek...
------------------------------------------------------------------------------------

Altın Madenciliği ve Kazdağları

Prof. Dr. Şinasi ESKİKAYA – ( Cumhuriyet, 21.08.2008 )

(Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları başkaları aldatır. Marquis de Condorcet)

Bu yazıda, yer sorunu nedeniyle ko­nunun bir bütün olarak ele alınıp eni­konu incelenmesi mümkün olama­yacaktır. Bu yüzden kendine özgü koşulları ve güncelliğinden dolayı sadece Kazdağ­ları örneğine, orada da öneminden dolayı kısaca atık sorununa değinilecektir.

Altın madenciliğinin görünmeyen ve ne­dense hiç gündeme getirilmeyen yüzünde işin ekonomik boyutu, yani çıkarılan al­tının ne kadarının ülkeye kalacağı hususu vardır. Bu üzerinde önemle durulması ge­reken bir konudur. Çünkü, madenler bir defa vardır. Bu yadsınamaz gerçeğin do­ğal bir sonucu olarak da, madenlerin tüm ge­lirinin ülkede kalması büyük önem taşı­maktadır. Madencilikte akılların sonradan başa gelmesi bir işe yaramaz. Burada ya­pılacak hatanın telafisi yoktur. Ne yazık ki halkımız, bu konuda henüz yeteri kadar bi­linçlenmemiştir. O şimdilik siyanür'ü ve ağaç kesilmesi'ni handikap olarak görmekte ve onunla meşgul olmaktadır. Kendisi için altından bile daha kıymetli olup yaşamsal bir önem taşıyan su problemini gündemi­ne bile alamamıştır. Kaldı ki, bir bakıma siyanürden bile daha önemli olabilen bir de atık problemi vardır ki henüz onun boyutunu da kavramış değildir.

Atık daha büyük sorun

Altın madenciliğinde ortaya çıkan atık­ların zehirli (yani siyanürlü) olup olmaması veya zamanla siyanürün uçarak etkisiz hale geleceği iddiası, onların çok ciddi bir problem teşkil ettiği gerçeğini değiştir­mez.

Sorunun büyüklüğü şuradan ileri gel­mektedir: Tonda 5 gr. altın olan bir ara­zide, bu 5 gr. altın alındıktan sonra, ge­riye 999 kilo 995 gr. kazılmış ve siya­nürlenmiş toprak kalmaktadır. Bu bir işe yaramayan atık, bir yerlere yığılmak, de­polanmak zorundadır. Bu gerçek, çevre açı­sından düşünüldüğünde siyanürden bile da­ha büyük bir sorun teşkil eder.

Kazdağları'nda da durum aynıdır. Şimdiki safhada herkes, madencilik faaliyeti­nin başlama anındaki ağaç kesimlerini gündeme getirmekte, faaliyet bittikten son­raki durumu hayal bile edememektedir. İşin en üzüntü veren tarafı da, halkın yanında yer alması gereken devlet yetkililerinin, böyle davranmak yerine, tam tersi bir tutumla, altın madencilerine (yabancı şirketlere) des­tek çıkmaları, hatta onları, kendilerinden bi­le daha şiddetle savunmalarıdır. Tipik bir örnek vermek gerekirse, Kazdağları ola­yı ilk gündeme geldiğinde yöreye gelen bir yetkili: "Bu bir arama faaliyeti, işletme değil ki" diye, olayı küçültmeye çalışmış­tı. Halbuki her arama faaliyetini, maden varlığı tespit edildiğinde, bir işletme tale­bi takip eder. Böyle bir talep karşısında, ara­ma iznini vermiş olan yetkililer acaba han­gi gerekçe ile işletme iznini vermemezlik edebileceklerdir ki?

Halkın göremediği gerçek

Gene aynı yetkilinin, halkın tepkisini azaltmaya yönelik bir beyanı daha olmuş­tu. Arama sondajlarını kastederek: "Bun­lar bardak çapında delikler. Hepsini toplasan 1 m2 bile etmez" diye, birbi­rinden yüzlerce metre uzaklıkta yapılan son­dajları, sanki hepsi de 1 m2 lik küçük bir alan içinde yapılıyormuş gibi bir intiba ve­rerek küçültmek istemiş, en azından bu işin bilenlerini de "safın safı insanlar" yerine koymuştu.

Ben de şimdi sayın yetkilinin bu düşün­ce sistemini ödünç alarak, onunkine benzer bir yorumu atıklar için yapmak istiyorum:

"Varsayalım ki aramalar sonucu Kaz­dağları 'nda 40 ton altın varlığı tespit edilmiş olsun. Bu altını çıkarmak için ka­zılması gereken toprak en azından, 8 mil­yon tondur (yaklaşık 5 milyon m3). Ay­nen, birbirinden çok uzak sondajların 1 m2'lik küçük bir alan içinde yapılıyor­muş gibi farzedilmesine benzer olarak, ben de şimdi, bu 8 milyon atık toprağı­nı, mesela kalınlığı 5 cm. olacak şekilde bir yere yaymak istesem, acaba ne ka­darlık bir alanı kaplar dersiniz? Söyle­yeyim: Banliyöleri ile birlikte İstanbul'un bütün meskun bölgelerini silme örter de artar bile ... Haydi hayali bırakıp daha gerçekçi olalım: Altın madencisi bu atığı ne yapacaktır? Onu ormanda bir yere yığ­maktan başka bir seçeneği var mıdır? Böy­le bir depolama ise, 25 m. yükseklikte ve 25 m. eninde, 8 km. uzunluğunda bir yı­ğın demektir. Halkın, henüz yaşamadığı için, şu anda göremediği gerçek budur.

Ne hazin ve şayan-ı dikkat bir durumdur ki, halk ne zaman tepki gösterse, karşılarında, bu işin asıl kaymağını yiyecek olan altın madencilerini (yabancı şirketleri) de­ğil de, nedense, bazı kuruluşlar ile onların yöneticilerini bulmaktadır. Bunlar, söz ko­nusu faaliyetlerini "ülke madenciliğini geliştirmek ve önünü açmak" iddiası ile sürdürmektedirler. Kulağa hoş gelen, bir de güzel slogan bulmuşlardır: "Zengin madenlerin fakir bekçileri olmayalım." Ama "bu zengin (!?) madenlerin geliri­nin aslan payı kime gidiyormuş, bu faa­liyet karşılığında nasıl bir doğa tahribatı oluyormuş", gibi hususlar, gene nedense hiç gündeme getirilmemektedir. Bu sloga­nı o kadar ustalıklı kullanmışlardır ki, ba­kanlara, başbakanlara, hatta cumhur­başkanlarına bile söyletmeyi ve benim­setmeyi başarmışlardır. Bu "insanın içini gıcıklayan" güzel sözün karşısında ne Bergama durabilmiştir, ne Kışladağ ve ne de şimdi Kazdağları!..

Getirisi ülkede kalmalı

Bilinmesinde yarar olduğuna inandığım son bir husus daha var: Bu satırların yaza­rı bir maden mühendisi olup, ülkenin yer­altı servetlerinin en ekonomik şekilde ve hiç ziyan edilmeden çıkarılması ve halkın istifadesine sunulmasından yanadır. Bunu öğütleyip öğreterek yetiştirdiği öğrenci sa­yısı binlerle ifade edilebilir. Dolayısıyla ma­denciliğe karşı olması diye bir husus söz konusu bile olamaz. Ancak bu konuda iki kıstası vardır:

1- Bir madeni çıkarmakla elde edilecek fayda, uzun vadede, bu faaliyet dolayısıy­la hasıl olacak çeşitli zararların toplamın­dan daha fazla olmalıdır.

2- Asla ikinci bir şansın olmadığı, dola­yısıyla kendilerinden ancak bir defa yararlanılabilen madenlerimizin işletilmesi, tüm getirisi ülkede kalacak ve halkın refa­hı için kullanılacak bir zihniyetle ele alınıp gerçekleştirilmelidir. "

----------------------------------------------------------------------------------------

Dünya halklarına Kaz Dağları için çağrı - Çanakkale Çevre Platformu

Cumhuriyet Gazetesi İstanbul Haber Servisi (29.08.2008) - ­Çanakkale Çevre Platformu, Kaz Dağları için SOS çağrı­sı yaptı. Kaz Dağları’nın bir avuç altın için kurban edil­memesi gerektiğini belirte­rek, "Kaz Dağları Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olmalıdır" denildi.

Çanakkale Çevre Platformu tarafından yapılan açıklamada, tüm dünyaya seslenilerek, "Dünyanın rengi solmasın, suyu bulanmasın, oksijeni yok olmasın diyorsanız; çağrımız sizedir. İda ’yı çö­le çevirmek isteyenlere siz de hayır deyin. Kaz Dağları insanlığın geçmişidir, bugünüdür, geleceğidir" de­ğerlendirmesi yapıldı. Açıklamada, şu görüşlere yer ve­rildi: "Tıpkı korsanların bir avuç altın için bir gemiyi batırdığı' gibi. Bunlar da günümüzün korsanlarıdır. Dört yıldır geceli gündüzlü sondaj faaliyeti sürdürdü­ler, bugün üretim aşama­sındalar, İda Dağını yağmalıyorlar. İda Dağı’ nın eteklerinde yaşayan tüm canlılar ve insanlar sağlığını yitirecek, oksijen kayna­ğını yitirecek, endemik tür­ler yok olacak, kültürel miras kaybolacak. Kaz Dağları, Çanakkale'dir, Türkiye'dir, Asya'dır, Avru­pa' dır, Latin Amerika 'dır, Amerikadır, Afrika' dır. Kaz Dağları bütün dünyadır, Kaz Dağları kültür coğrafyasıdır. Kaz Dağları Homeros' tur, İlyada ‘dır, Odysseia' dır, Kaz Dağlaları Helen' dir, Paris ‘tir, Ahilleus ‘dur, Hektor’dur, Zeus’tur. Kaz Dağları İda’ dır, Olimpos'dur, Troya’dır. Onun için İda, dünya kültür mirası listesinde olmalıdır.

Eğer siz de Kaz Dağları tüm insanlığın ortak değeridir, yok edilemez diyorsanız, düşüncelerinizi Türkiye Cumhuriyeti" hükümetine iletin. bimer@basbakan­lik.gov.tr, kulturvarlikmuze@kulturturizm.gov.tr …”


23 Temmuz 2008 Çarşamba

Bazı Bitkiler İçin Önerilen Kimyasal Gübre Miktarları ve Kimyasal Gübrelerin Besin Maddesi İçerikleri

Sebze ve Meyve Yetiştiriciliğine Ait Bazı Temel Bilgiler




Mustafa Kemal ATATÜRK


Bu video'da Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün yaşamından
10. yıl söylevi eşliğinde, görsel bir sunu izleyeceksiniz.
Dost kalın, dostlukla kalın, esen kalın.
..........................................................................................................

“ Uluslar arası Anlayış ve Barış Yolunda Çaba Harcamış Üstün Bir Kişi , Olağanüstü Bir Devrimci, Sömürgecilik ve Emperyalizme Karşı Savaşan İlk Lider, İnsan Haklarına Saygılı, Dünya Barışının Öncüsü, İnsanlararası Renk, Din, Irk Ayrımı Gözetmeyen Eşsiz Devlet Adamı, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu…"- “ UNESCO KARARI 1979"

( Doğumunun 100. yılında 1981 yılını “ Dünya Atatürk Yılı “ olarak, Atatürk’ün tüm dünyada anılması amaciyle 156 ülkenin katılımıyla gerçekleşen toplantısında oybirliği ile alınan karar)
-----------------------------------------------------------------------------

Mustafa Kemal Atatürk için dedilerki:

(1922'de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu'daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere'nin Türk düşmanı olarak bilinen Başbakanı Lıoyd George, Parlamento'da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitleri şöyle cevaplandırmıştır):
'Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti'ne nasip oldu. Mustafa Kemâl'in dehasına karşı elden ne gelirdi.
(D. Lloyd George, İngiltere Başbakanı, 1922)

Bir ulusun hayatında bu kadar az sürede bu denli kökten değişiklik pek seyrek gerçekleşir... Bu olağanüstü işleri yapanlar, hiç kuşkusuz kelimenin tam anlamıyla büyük adam niteliğine hak kazanmışlardır. Ve bundan dolayı Türkiye övünebilir.
(Eleftherios Venizelos, Yunanistan Başbakanı, 1933)

Bir insana ölümünden sonra bu derece sevgi ve yas gösterileri yapılması milletler tarihinde az görülen şeylerdendir.'
(ATHİNAİKA, Atina, 12 Kasım 1938)

'Atatürk'ün Türkiye'de yaptığını hiçbir tarafta, hiçbir kimse yapmadı: Ne Cavour, ne Cromwel, ne de Washington... Atatürk'ün bulduğunu, hiç kimse bulmadı ve Atatürk'ün yaptığını da hiç kimse yapmadı. İlham ettiği kimselere ve kendi prensiplerine göre yarattığı yeni kuşak, O'nun eserine devam edecektir.'
(Tipos Gazetesi)

İngiliz, Fransız ve İtalyanları Anadolu'dan uzaklaştırıp bizi de yenince,, karşımızda sıradan bir adam bulunmadığını ve O'nun gerçek yaratıcı kudretini kavramaktan uzak kalmış olduğumuzu kabul ettik. (1938)
(Yorgi PESMAZOĞLU, Yunan Ekonomi Başkanı)

Çok, pek çok devrimciler görüldü. Fakat hiçbiri Atatürk'ün cesaret ettiği ve muvaffak olduğu şeyi yapmadı.'
(Messager D'Athenes, Yunanistan Gazetesi, 11 Kasım 1938)

Tarih, silinmez harflerle bu devlet adamın ismini hakedecektir. Atatürk bir halk adamıdır. Kırılmaz azmi, keskin zekâsı ve kudreti kendisini yendiği alın yazısının önüne getirmiş, böylece yeni Türkiye'nin yaratıcısı olmuştur.
(Yugoslavya, Politika Gazetesi, 11 Kasım 1938)

Sakarya Savaşı, Sakarya Zaferi, yirmi yaşımın en kuvvetli hatırası olmuştur. O zamanlar, kendi kendime diyordum: Acaba ben de ulusumu böylesine seferber edemezmiyim, onun ruhuna kurtarıcı hamleyi, bu dizgin tanımaz ihtirası aşılayamaz mıyım?
(Habib BURGİBA, Tunus Devlet Başkanı, 1965)

Atatürk, tarihin her devresi için, insanlığın bir mucizesidir.
(Suriye)

Atatürk'ün ölümü yalnız Türk Milleti için değil, onun örneğine çok muhtaç olan bütün Doğu milletleri için en büyük kayıptır.
(ELEYYAM Gazetesi, Şam- 1938)

Vatanını muhakkak bir parçalanmaktan kurtararak gemisini güvenilir bir limana götürdükten sonra milletinden bir taht istemedi. O, kelimenin bütün anlamıyla bir insan, eşsiz bir dahi, kahraman bir asker ve siyaset adamı idi. Hayatını milleti'nin mutluluğuna adadı, bu uğurda genç yaşda hayata gözlerini kapadı.
(Elifba Gazetesi, Şam- 1938)

O'nun ölümü, dünya için de derinliği ölçülmez bir kayıptır.
(Sovyetler)

Adı, Türk Milleti'nin millî kurtuluş savaşında ve Türkiye'nin siyasi alanda yeniden örgütlenmesine gayet sıkı bir surette bağlı olan Kemal Atatürk'ün ölümü gerek Türkiye için, gerekse bütün dostları için derinliği ölçülmez bir kayıptır.
Türk Milleti'nin en samimi dostları arasında bulunan Sovyetler, zamanımızın bu örneksiz devlet adamının öneminden dolayı derin bir acı içindedirler.
(İzvestia Gazetesi, Moskova, 1938)

Atatürk, dünya üzerinde yeni bir devir açmış bir insandır. Ben, O'nun Türk kadınlarına hak vererek ve bir ülkede anayı, yakışır olduğu yüceliğe eriştirerek Batı'ya ders verdiğini nasıl unuturum.
(Uluslararası Kadınlar Birliği Delegesi, Prenses Aleksandrina)

Romanya'da Atatürk'ün ölüm haberi geldiği gün, bütün okullarda dersler tatil edildi.
(Romanya-Rador Ajansı: Bükreş)

Milletimiz, en büyük Türk'ün karşısında kederli bir saygı ile eğilmektedir.
(Romanya)

Atatürk, başı dumanlı doruklarda yüce bir dağ tepesidir. Siz O'na yaklaştıkça o yükselir ve aranızdaki mesafe sonsuza değin aynı kalır. Devirlerinde büyük gözüken, zamanla küçülen benzerlerinden farkı budur ve böyle kalacaktır.
(Arriba Gazetesi, Portekiz, 1938)

Uzun bir yol aşılmış, yüce bir eser ortaya konmuş, bir çok zaferler elde edilmiştir. Bütün bunlar Atatürk'ün eseridir.
(Polanya, Kurjer Warzavski Gazetesi)

O, Türkiye'yi kurmakla bütün dünya uluslarına Müslümanların seslerini duyuracak kudrette olduğunu ispat etti. Kemal Atatürk'ün ölümüyle Müslüman dünyası en büyük kahramanını kaybetmiştir. Atatürk gibi bir önder önlerinde bir ilham kaynağı olarak dikildiği halde Hind Müslümanları bugünkü durumlarına hâlâ razı olacaklar mı?
(Muhammet Ali Cinnah-Kaidiâzam, Pakistan Cumhurbaşkanı, 1954)

Bizim aslımız rengi uçmuş bir kıvılcım iken, O'nun bakışı ile cihanı kaplayan ve aydınlatan bir güneş haline geldik.
(İkbal, Pakistan Millî Şairi)

'Atatürk'ün yaptıkları insanoğlunun kolay kolay yapabileceği şeylerden değildir. O; büsbütün başka bir insandı.'
(El-Mısri Gazetesi, Mısır, 11 Kasım 1938)

Türkler, Atatürk'ü olağanüstü bir tutkunlukla seviyorlar.
Bursa'ya giderken trende rast geldiğim bir çocuğa İstanbul veya Ankara'dan hangisini sevdiğini sordum. Çocuk Ankara'yı sevdiğini söyledi. Nedenini sorduğumda: 'Ankara'da Atatürk bulunduğu için..' cevabını verdi.
(Mısır, El Bela Gazetesi)

Yüzyılımızda, 'olmayacak hiçbir şey yoktur' şeklindeki tarihi gerçeği isbatlayan ilk adam olmuştur.
(Eski Ujsag. Macar.)

Budapeşte, 20 (a,a) - Macar ajansı tebliğ ediyor:
Başvekil İmredi, Atatürk'ün cenaze törenini yapılacağı 21 Kasım Pazartesi gününü Macaristan'ın millî yas günü sayarak bütün memlekette resmi binalara siyah bayraklar çekilmesini emretmiştir. Harbiye Nazırı ve Budapeşte Belediye Reisi de, askeri binalar ve belediye binaları için aynı kararı almışlar ve Belediye Reisi ayrıca, halkı da siyah bayrak çekmeye dâvet etmiştir.
(Namzetti Ujsang Gazetesi, Budapeşte-1938)

Dünyanın çok nadir yetiştirdiği dahilerdendir. Dünya tarihinin gidişini değiştirmiştir.
(An Nahar, Beyrut)

Yüzyıldanberi Küçük Asya'nın çıkardığı en büyük lider.
(The Japan Chronicle, Kobe)

'Hayatının sonuna kadar milleti'nin mutlak güveni ile kurduğu devletin başında muzaffer kumandanının kişiliği, eşi görülmemiş bir karakter örneğidir.'
(Comte Carlo Sforza, İtalya Eski Dışişleri Bakanı)

Üstün iradesi, tükenmez cesareti ve eşsiz seziş ile hasımlarını dize getirdi. Fazilet ve ciddiyeti, üç yılda memleketine yalnız askeri, aynı zamanda tam ve doyurucu bir siyasi zafer kazandırdı.
(F. Perrone Di San Martino, İtalyan Yazarı)

'Atatürk'ün ölümü ile dünya büyük bir liderini kaybetti.'
(Gazeta Del Popolo Gazetesi, İtalya, 11 Kasım 1938)

(Lozan Üniversitesi salonunda, Lozan Türk Talebe Cemiyeti'nin hazırladığı törende.)
'Siz Türk gençleri, bugün Büyük Şef'inizi kaybettiğinizden dolayı ne kadar ağlasanız haklısınız. Üniversite, sizin bu büyük yasınıza katılmaktadır. Atatürk'ün bu Büyük Adam'ın hayatını burada az bir vakit içinde bildirmeye imkân yoktur. Bu dâhinin, vatanının tarihinde işgal ettiği parlak sayfaları size hatırlatmak isterim. Türkiye'yi yaratan, tarihimizin bu en Büyük Adam'ın başımı en derin hürmetle eğerek selâmlarım.'
(Profesör MORRF)

'Atatürk, bir medeniyet kaynağı idi.'
(İsviçre)

Modern Türkiye'nin yaratıcısı Kemal Atatürk'ün eserleri, memleketi için yaptıkları İsveç'te çok iyi bilinmektedir. Atatürk'ün liderliği altında Türkiye'nin kalkınmasını, fevkâlâde ileri hamlelerini hayranlıkla takibettik. Atatürk'ün, hukuk alanında olduğu gibi, diğer alanlarda da getirdiği reformlarla Türkiye, içinde bulunduğu çok zor durumdan kurtarılıp kuvvetli ve güvenilir temeller üzerine yerleştirilmiştir.
(ERLANDER, İsveç Başbakanı)

'Mustafa Kemal Atatürk, kuşkusuz 20. yüzyılda dünya savaşından önce yetişen en büyük devlet adamlarından biri, hiçbir millete nasip olmayan cesur ve büyük bir inkılâpçı olmuştur.'
(Ben Gurion, İsrail Başbakanı, 1963)

'Atatürk, askeri dehâ ile devlet adamı filozof dehâsını toplamıştır.'
(İspanya)

İslam dünyasının büyük insan yetiştirme gücünü yitirdiğini öne sürenler, Atatürk'ü hatırlamalı ve utanmalıdırlar.
(Tahran Gazetesi, İran, 1939)

Atatürk'ün ölümü dolayısı ile Kraliyet Sarayı Şehinşâhi ve hükümet bir ay resmî yas ilân etmiştir. Majeste Şehinşah, gömme töreninin sonuna kadar İran'da askerî ve resmî binalar üzerinde ve yabancı ülkelerdeki İran temsilciliklerinde bayrakların yarıya indirilmesini emir buyurmuşlardır. Bu irade-i Şehinşahî bugün bütün gazetelerde ilân edilmiştir.
(Tahran)

Bugün Türkiye, büyük ve yeni bir memlekettir. Ve savaş sonrasının dehşet, sefalet ve bitkinliğinden çıkmış olan bu yeni Türkiye, Atatürk'ün dimağında vücut bulmuştu. O, bu Türkiye'yi kendi elleriyle dünyaya getirdi.
(Dela Mail Gazetesi)

Kadınlar başka hiçbir ülkede bu kadar hızla ilerlememişlerdir. Bir ulusun bu derece değişmesi, tarihte, gerçekten eşi olmayan bir olaydır.
(İngiliz, Daily Telgraph Gazetesi)

Atatürk, yalnız Türk Milleti'nin değil, özgürlüğü uğruna savaşan bütün milletler önderiydi. O'nun direktifleri altında siz bağımsızlığınıza kavuştunuz. Biz de o yoldan yürüyerek özgürlüğümüze kavuştuk.
(Bayan Sucheta KRIPALANI, Hint Parlamento Heyeti Başkanı)

Denilebilir ki onsuz, İslâm alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti.
(Fransız, Berthe Georges-Gaulis)

Atatürk öldü. Barış kubbesinin Doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felâketinin içine sürüklemişlerdir.
(Fransız Gazetesi Sanerwin)

Tarih çok büyükler gördü. İskenderler'i, Napolyon'ları, Washington'ları gördü. Fakat yirminci yüzyılda büyüklük rekorunu Atatürk, bu Türk oğlu Türk kırdı.
(L'Illustration, Fransa)

'Atatürk, yirminci yüzyılın en büyük mucizesidir.'
(National Tidence Gazetesi, Danimarka, 11 Kasım 1938)

Eğer tarih bir kalbe sahip olsaydı, Mustafa Kemal'i mutlaka kıskanırdı.
(Tchang Yang Yee Pan Gazetesi, Çin, 1958)

'Atatürk, bütün Asya kıtasının Ata'sıdır.'
(Çin)

'Biz Çinliler, hepimiz bu yasa katılıyoruz. Zira büyük bir milletin, çok sevilen Büyük Ata'sının ölümü, yalnız Türkiye için değil, aynı zamanda bizim kıtamızda ve bütün dünyada büyük bir boşluk bırakmaktadır.'
(Çin Basını)

'Hiç bir ülke, Atatürk'ün Türkiye'sinin gördüğü değişiklikleri bu kadar hızlı bir şekilde görmemiştir. Bugünün Türkiye'sinin tarihi Mustafa Kemal'in tarihidir.'
(Dness Gazetesi, Bulgaristan, 11 Kasım 1938)

Türkiye'nin uluslararası ünü, prestij ve otoritesi durmaksızın yükselmiştir.
Milletine bu kadar az zamanda bu ölçüde hizmet edebilen tek devlet adamı Atatürk'tür.
(Libre Belgique Gazetesi)

Bir yenilginin uçurumuna düştüğü halde, ilkin neticesiz sanılan İstiklâl Mücadelesini yapan Türk Milleti, önünde saygıyla eğilmeden bu satırlara son veremez.
Zafer neşesiyle kendinden geçmiş bir diplomasinin kararını 'hayır' diyerek yırtmak ve yüzlerine fırlatmak örneğini biz Almanlar, Türklere borçluyuz.
(Alman Askeri Dergisi Vissen Und Vehr)

Benim üzüntüm iki türlüdür; önce böyle büyük bir adamın kaybından dolayı bütün dünya gibi üzgünüm. İkinci üzüntüm ise, bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkân kalmamış olmasıdır.
(Franklin ROOSEVELT, A.B.D. Başkanı)