ZİRAAT MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

3 Mart 2020 Salı

Tohum sorunu: Yerli mi yerel mi (Atalık/milli)

Erkan Rehber, Aydınlık Gazetesi Yazarı

Türkiye’de atadan gelen tohumların (yerel ve milli) üretimi, kullanımı ve yaygınlaşması konusunda yerel düzeyde dikkate değer gelişmeler ve uygulamalar söz konusudur. Özellikle organik tarım/ürün kavramlarının güncellik kazanması ile birlikte yerel tohum üretim ve kullanımı konusunda toplumsal bir talep de ortaya çıkmıştır. Dünya ve Türkiye’de tohum sektörünün mevcut yapısı yerel tohum çalışmalarının ulusal ölçekte gelişmesine izin vermemektedir. Bu gerçeğe karşın, mevcut tohum sektör yapısının oluşmasında en önemli faktör olan ilgili bakanlığın yerli tohum geliştirme konusunu tekraren gündeme getirmesi üzerine konuyu tartışmak istedik.
DÜNYADA TOHUM SEKTÖRÜ
Dünyada tohum konusunda yaşananlar sanki vahşi kapitalizmin gelişim hikâyesi gibidir. Tarımda geçimlik işletmelerden ticari işletmelere geçişle birlikte bu değişim başlamıştır. Tohum ıslah teknolojilerindeki yeniliklerle birlikte, tohumun kamu malı olmaktan çıkıp bir ticari mal niteliği kazanması sektörü tümüyle değiştirmiştir. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan siyasi ve ekonomik ortam, tohum sektörünün ticari bir yapıya dönüşme sürecini hızlandırmıştır. Günümüzde dünya ölçeğinde çokuluslu şirketlerin hâkim olduğu bir yapı ortaya çıkmıştır. Özellikle son otuz yılda satın alma ve birleşmeler yoluyla sınırlı sayıda firma piyasada söz sahibi durumuna gelmiştir. Bir tahmine göre dünya küresel tohum ticaretinin yüzde 50’sinden fazlası 20 uluslararası firmaya aittir. 2018 verilerine göre bu 20 firmanın toplam satış değeri içinde sadece iki firmanın payı yüzde 60’a yaklaşmaktadır. Bu iki firmadan sonra sıralamada yer alan dört firmanın payı ise yüzde 26’dır. Geri kalan 14 firmanın payı ise sadece 14’dür. Bu verilere göre altı firmanın payı yüzde 86’yı bulmaktadır. Bu firmaların faaliyetlerinin tohumla sınırlı olmayıp, kimyasal ilaç üretimi ve genetiği değiştirilmiş tohumluk çalışmalarını da içerdiği dikkate alındığında dünya tarımında nasıl söz sahibi oldukları daha iyi anlaşılacaktır. Bu firmaların bazılarının insan sağlığı ile ilgili ilaç sanayinde de yer alması konunun başka bir yönüdür. Gelişmiş Batı’da ortaya çıkan bu yapının, gelişmekte olan ülkelere ve benzer şekilde Türkiye’ye de yansıdığı bir gerçektir.
TÜRKİYE’DE TOHUMCULUK
Türkiye’de tohum sektöründe ilk özel şirket 1961 yılında kurulmuştur. 1963 yılında 308 sayılı Tohumculuk Kanunu’nun çıkmasıyla kamu ağırlıklı bir sisteme geçilmiş ve 1980 yılına kadar bu sistem devam etmiştir. 1980 yılından itibaren ise Türkiye’de yeni bir piyasa yapısı yaratılmaya başlamıştır. Bu kapsamda yapılan yasal düzenlemelerle sektör, özel kesimin yer almaya başladığı sözde rekabetçi, yeni çeşitlerin üretildiği ve yine fiyatların sözde serbest piyasa koşullarında belirlendiği bir yapıya kavuşmuştur. 2004 yılında 5042 sayılı Yeni Bitki Çeşitlerine Ait Islahçı Haklarının Korunmasına İlişkin Kanun, 2006 yılında ise 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu’nu ile birlikte sektörün üretim ve ticaretinde önemli gelişmeler sağlanmıştır. Türkiye’de tohumculuk sektöründe 2000’li yıllarda faaliyet gösteren firma sayısı 100 civarında iken son 15 yılda olağanüstü bir artışla 832’ye ulaşmıştır. Bu şirketlerden 779’u yerli, 31’i yabancı ve 22’si de ortaklık şeklindedir. Mevcut yasal düzenlemelerde çiftçinin kendi tohumunu kullanması yasak değildir. Ancak yerel çeşitlerin herhangi bir kontrolden geçirilmeden ve belirlenen standartlara uygunluğu tespit edilmeden satılması yasaktır. Ticari olarak üretilen tohumlar ise önemli ölçüde yabancı şirketler ve yerli ortakları tarafından üretilen ıslah edilmiş çeşitlerdir. Türkiye’de genetiği değiştirilmiş tohumların üretim ve pazarlaması yasaktır. Elimizde kesin bir veri olmamasına karşın, ticari olarak üretilen ve dağıtımı yapılan tohumlar içinde yerel (milli veya atalık) çeşit miktarının oldukça sınırlı olduğunu belirtmek, yanlış bir saptama olmayacaktır. Kesin olan; yurt içinde ticari olarak üretilen ve miktarı milyon tonu geçen tohumların önemli bir bölümünün atalık veya yerel olmadığıdır.
ATALIK TOHUM SEFERBERLİĞİ
Tarım Bakanlığı Mart 2017’de İzmir’de, Mayıs 2017’de de Samsun’da 1. ve 2. Yerel Tohum Buluşması'nı başlatmıştır. 2018 yılında “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretim ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik” yayınlanmış ve yönetmelikte bir yıl sonra değişimler yapılmıştır. Şubat 2020 başında da Gıda ve Orman Bakanı “Atadan Toruna Tohum Seferberliği” sloganıyla yapılan bir toplantıda neredeyse bu girişimleri yenilemiştir. Ancak yapılan konuşmaların içeriğine bakıldığında Bakanlığın yerli tohumlarla (Türkiye’de hali hazırda üretilen tohumlar) milli veya atalık olarak adlandırılan tohumları bir saydığı anlaşılmaktadır. Nitekim 2020’deki konuşmasında Sayın Bakan “Türkiye’de yerli üretimin 2019 yılında 1.13 milyon tona yükseldiğine işaret ederek Türkiye’nin tohumda ithalatçı değil ihracatçı olduğunu ve kendi tohumunu kendisinin ürettiğini ve tohum ticaretinde ilk 10’da olduğunu vurgulamıştır."
Kimsenin iyi niyetinde kuşkumuz yoktur. Ancak burada bir kavram kargaşası dikkat çekmektedir. Türkiye’de üretilen sertifikalı tohumların ne kadarının milli ve yerel olduğunu bakılmaksızın tümünün neredeyse milli/yerel tohumlarmış gibi sunulması bir çelişki olarak gözükmektedir. Bu çelişkinin farkında olunmaması veya bilerek sürdürülmesi kabul edilebilir değildir.
Uzman olmadığımız teknik bir konuda iddialı cümleler kullanmak istemeyiz. Bakanlık, yabancı tohum tekellerine karşın üreticiyi dışlamadan yerel ve milli tohumları (atalık) sertifikalandırıp öncelikle yurtiçi piyasada kullanılmasını yaygınlaştırma kararını vermiş ise, bundan mutluluk duymak gerekir. Ancak, geçmiş uygulamalara bakıldığında bunun nasıl yapılacağı ve zengin milli gen kaynakları ve biyolojik çeşitliliğin nasıl korunacağı konusunda bir açıklık olmadığı da kesindir. En büyük tehlike halen kamu malı niteliğinde ve çiftçinin elinde olan yerel tohumların yerli ve yabancı ticari şirketlerin kontrolüne geçmesidir.
* * * * * * * * * * * * * * * * * 
Kaynak: Tohum sorunu: Yerli mi yerel mi (atalık/milli), Erkan Rehber, Aydınlık Gazete Yazarı , 02 Mart 2020,
https://www.aydinlik.com.tr/haber/tohum-sorunu-yerli-mi-yerel-mi-atalik-milli-201905-1

Atatürk’ün bakışıyla çiftçi ve tarım / Erkan Rehber


Atatürk’ün bakışıyla çiftçi ve tarım

(Erkan Rehber, Aydınlık Gazetesi Yazarı)

Yazımıza başlarken büyük kurtarıcı, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölüm yıldönümünde sevgi, saygı ve hasretle anıyoruz. Atamızı anmak onun ilke ve devrimlerine sahip çıkma ve çizdiği yolda, çağdaş çizgide ilerlemekten geçmektedir. Konumuzu tarımla sınırlı tutup, yüce Atatürk’ün çiftçiye ve tarıma verdiği önemi gösteren icraatlarını hatırlayarak, konuyla ilgili bazı sözlerini sunup bunların ışığında çiftçi ve tarıma sahip çıkılması ve korunmasının yaşamsal önemde olduğu konusunda görüşümüzü sunmaya çalışalım.
Konuyu çok kapsamlı sunma olanağımız olmadığına göre, Atamızın çiftçi ve tarıma verdiği önemi gösteren, hatırlatan ve bizlere uyarı niteliğindeki sözlerinden bazılarını hatırlatalım.
-Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hak kazanmış ve lâyık olan köylüdür. (1922)
-Eğer milletimizin büyük çoğunluğu çiftçi olmasaydı, biz bugün dünya yüzünde bulunmayacaktık. (1923)
-Köylü, hepimizin velinimetimizdir. Bu soylu unsurun refahını düşüneceğiz. (1931)
-Devlet, temel unsur olan çiftçiyi ve çobanı kuvvetlendirmek zorunluluğundadır. Bunu kuvvetlendirmek de, öyle sözle olmaz; kuvvetlenmesi arzuya lâyıktır, demekle de olmaz. Bilimin, tekniğin ve yüzyılın gerektirdiği araç ve gereçlere fiilen başvurmak gerekir. (1930)
-Millî ekonominin temeli tarımdır. Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. (1937)
Bu birkaç değerli alıntı Atamızın çiftçiye ve tarıma sahip çıkılması gerektiğini bize gösteren açık ifadelerdir. Üzülerek bu konuda çok başarılı olduğumuzu söyleyemeyiz. Hatta Cumhuriyetin kazanımları olan birçok kurumu ve yerleşmiş politikaları yok ettik. Tesellimiz yaşadığımız olumsuzlukların, Atatürk ilkelerinin ve Cumhuriyetin kazanımlarının ne kadar önemli ve doğru olduğunu bize hatırlatmasıdır.


ÇİFTÇİMİZ HER ŞEYE KARŞIN ÜRETİYOR

İlgili veriler incelendiğinde 2018 yılında kırsal alanda yaşayanların oranı yüzde 7.7 ve tarımdan istihdam oranı yüzde 17.7 olarak gözükmektedir. Milli gelir içindeki tarımın payı da yüzde 5.8’e düşmüştür. Ancak bu verilerin gerçeği yansıttığı söylenemez. Günümüzde Türkiye’de nüfusun yüzde 50’den fazlasının kırsal kesimle ve tarımla bir bağlantısı olduğunu belirtmek ileri bir iddia olmayacaktır. Bu verilerin düşük çıkmasının nedenlerinin başında büyük şehir yasası gibi neredeyse zorunlu kentleşme uygulaması ile köylerin mahalle yapılmaları, tarımsal üretimde ve istihdamdaki kayıtdışılık yatmaktadır. Kuşkusuz bu durum 21. yüzyılda gelişmiş ülke iddiasında olan bir ülke için sağlıklı bir görüntü değildir.

Tarımsal üretim girdilerinde fiyat artışları karşısında çiftçi ürününü değerine satamazken, tarımsal ürünlerin piyasa fiyatlarının artmasıyla yanlış bir politika ile piyasanın ithalatla kontrol politikası çitçiyi büyük bir baskı altına almıştır. Gerçek enflasyonun yüzde 20’lerin çok üzerinde ve asgari ücretin açlık sınırının altında kaldığı, işsizlerin sayısının beş milyonu aştığı açıklanmayan bir ekonomik krizi yaşamaktayız. Şayet Türkiye’de bu ortamda sosyal bir patlama ve kitlesel bir toplumsal tepki ortaya çıkmıyorsa bunun başlıca nedeni, Türk toplumunun aile yapısı ve dayanışma bilinci ile birlikte, tüm olumsuz koşullara karşın, tarımda aile işletmelerinin çoğunlukta olması ve üretimin hâlâ devam etmesidir. Bunun en açık göstergesi, sonbahar aylarında yüksek nüfuslu merkezlere giden şehirlerarası otobüslerin bagajlarındaki çuval ve kolilerdir. Bu durum her yıl yaşanmakta ise de son yıllarda daha bir yoğunluk göstermektedir. Hatta görece ekonomik durumları iyi olan yazlıkçılar bile, mevsiminde gerekli ürünleri alarak kış için önemli hazırlıklar yapmaktadırlar. Hatırlanırsa, bu yıl Türkiye’de ilk defa konserve kavanoz kapağının karaborsaya düşmesi bunun bir göstergesi olmuştur.
ÇÖZÜM ÖRGÜTLENMEDE

Daha önceki yazılarımızda sıkça dile getirdiğimiz gibi maalesef Türkiye’de izlenen olumsuz politikalarda bir değişiklik ışığı gözükmüyor. Daha bir yıl bile olmadı, örneğin patates fiyatları yükselince ortalık ayağa kalktı. Depolar basıldı, tanzim satışları düzenlendi. Şu anda patates hasadı sürerken, tarlada patates 70 kuruşa düştü şimdi ne olacak? Bu fiyatın maliyetleri karşılamadığı kesin. Çiftçi, sadece hasat ve ambalaj masraflarını karşılayan bu fiyatla hasadı sürdürüyor. Bunun daha kötüsünü 1976’da yaşadık, patatesler ambarda kaldı. Çünkü fiyatlar ambardan dışarıya taşıma masraflarını bile karşılamamıştı. Çözümün destekleme alımı, tanzim satışı olmadığı kesindir. Benim hafızamda olan elli yıldır dile getirilen örgütlenme ve kurumsallaşma hayata geçirilmeden bu işin gerçek çözümü olamaz. Çiftçiler hem girdi hem de ürün piyasalarında pazarlık gücüne sahip olacak şekilde güçlü örgütlenmelidirler. Ancak, bu örgütler yoluyla yurt içi arz-talep yanında dış-satım potansiyeli de göz önüne alınarak, üretim planlaması yapılabilir. Örgütlenme yoluyla çiftçi, bir yıl önceden ne kadar ürünün, ne fiyattan satabileceğine ilişkin bir sözleşmeye sahip olabilir. Ancak, Türkiye’deki mevcut kooperatif ve birlik anlayışı ile başarılı olma şansı yoktur. Bu tür örgütlenmelerin, açıklandığı gibi üreticiye pazarlık gücü kazandıracak şekilde yasal ve özellikle finansal düzenlemelerle desteklenmesi gerekir. Hepsinden önemlisi bu çözüme bizzat üreticinin inanması ve gönüllü katılmasıdır.
* * * * * * * * * * * * * * * * * 
Atatürk’ün bakışıyla çiftçi ve tarım, Erkan Rehber, Aydınlık Gazete Yazarı , 04 Kasım 2019

https://www.aydinlik.com.tr/haber/ataturk-un-bakisiyla-ciftci-ve-tarim-erkan-rehber-kose-yazilari-kasim-2019