ZİRAAT MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

22 Şubat 2024 Perşembe

ZİRAAT YÜKSEK MÜHENDİSİ KADİR ÇETİNKOL AĞABEYİMİZİ SONSUZLUĞA UĞURLADIK / ATİLA GİRGİN

 


SARAYKÖY'ÜMÜZÜN DEĞERLİ EVLATLARINDAN, 68 GENÇLİK KUŞAĞININ YİĞİT EVLADI, YURTSEVERLİK ABİDESİ, YILLARCA ÇUKUROVAD'A ÜLKE TARIMINA ÇİFTÇİ EĞİTİM SERVİSLERİ KANALIYLA YAPTIĞI HİZMETLERLE KATKILAR SUNAN, ADANA ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ESKİ BAŞKANLARINDAN, TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASININ DEĞİŞİK KADEMELERİNDEKİ ETKİN ÜYELERİNDEN SEVGİLİ KADİR ÇETİNKOL AĞABEYİMİZİ 20 ŞUBAT 2024 TARİHİNDE SONSUZLUĞA UĞURLADIK.
SEVGİLİ AĞABEYİMİZİ ANILARIMIZDAKİ EŞSİZ YERİYLE HER DAİM ANIMSAYACAĞIZ.
RAHMET, SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ,
TOPRAĞI BOL, CENNET MEKANI OLSUN............


20 Aralık 2023 Çarşamba

Köy Enstitülerinin gücü / Bilsay Kuruç

 Köy Enstitülerinin gücü / Bilsay Kuruç

KAYNAK: cumhuriyet.com.tr / Bilsay Kuruç – Köy Enstitülerinin gücü

Toplumların değişik “tarih zamanlar” içindeki mücadeleleri demokratik devrimi öğretebilir. Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi ile “sivil siyaset yolu”nu açtı. Lozan’dan geçerek toplumu Cumhuriyete ulaştırdı. 20. yüzyıla ayak basıldı. Büyük bir demokratik devrimdi; geri kalmışlığın katılaşmış kalın kabuğunu kıracaktı.

Cumhuriyet, 13 milyonluk basit köylüler ülkesinde kuruldu. Sadece basit tarım yapabilen, “kerpicinin içinde” yaşayan köylüler. Mustafa Kemal’in ilk sözü: “Müstahsil (üretici) köylü efendimizdir!”. İşin özünü söylüyor: Köylüyü “kerpicinden” çıkararak çiftçi yapabilmek. Köy, toprak, tarımın iç içe bir bütün olduğunu bilerek ilerleyebilmek.

Köylüler (büyük kitle) güçsüzdür. Gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf, tüccardır. Ekonomide, siyasette büyük farkla öndedirler, müttefiktirler. Cumhuriyet 1924’te Köy Kanunu’nu çıkarıyor, köy konuşsun istiyor. Ancak, duyulan ses, büyük topraklıların, zengin çiftçininkidir. Osmanlı’dan devralınan (onun Bizans’tan aldığı) prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı, maraba, toprak işçisi vardır. Sessizdirler.  

Cumhuriyet, 1927 ve 1929’un yasaları ile toprak dağıtma adımı atar. “Müttefikler” tepkilidir. 1932’de “eşitlikçi” bir kooperatif modeli getirince (Afyon üreticileri) eski İttihatçı, şimdi CHP’li büyük topraklıların sözcüsü Halil Menteşe, Cumhuriyet yönetimine çıkışır: “Kolektivizasyona gidiyorsunuz!”

1936’ya kadar ilerleme olamadı. Fakat yeni köy düzeni arayışı başladı. Toprak ve tarım davası ile iç içe. Atatürk 1936 ve 1937’de TBMM’de, “Toprak Kanunu’nun bir neticeye varmasını yüksek desteğinizden beklerim. Her çiftçi ailesinin geçinebileceği, çalışabileceği toprağa sahip olması…” diyecek. Ve İnönü, 1936 sonunda vurguları yapar: “Toprak işleyenin!”, “Bin kombina kuracağız.” Ve dağıtılacak toprakları kamulaştırabilmek için anayasa önerisi getirir (1937, 74. Md.). “Müttefikler” direnirler; “yüksek destekleri” söz konusu değildir.


KILAVUZ

Köye “kılavuz”la girilecektir. 1937’de Saffet Arıkan’ın getirdiği Köy Eğitmeni öncüdür. Büyük adım ise 17 Nisan 1940’tır: Köy Enstitüleri. Kılavuz, Enstitü öğretmenidir. Çizgi, kişinin köylülüğünü yadsımaksızın üretimin özgürleştirici damarını kavraması, geliştirmesidir. Ve insanlığın ortak değerlerini özümsemesidir. Bu büyük iddiadır. Köylü kendi potansiyelini keşfederek toplumu dönüştürme iradesine erişecektir. İddianın sahibi üç kişidir: İnönü, Bakan Hasan Âli Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç. Tonguç, tasarımcı, mimar, başöğretmen, usta, hatta işçidir. Müstesna bir belgecidir. Oğlu Dr. Engin Tonguç, onun günlüklerini, belgelerini kitaplaştırdı: Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, 1997. Bu kitapla sadece Köy Enstitülerini değil, yalın gerçekleriyle 1940’ların Türkiye dramını tüm boyutlarıyla kavrayabiliriz. (Dikkat, 1940’lar her çeşit efsane ve menkıbe yaratma alışkanlıklarıyla, ürünleriyle perdelenmiş bir dönemdir.) 

İlk adımda 14 Enstitü kuruldu. Hedef 22 oldu. Enstitülerde eğitim üzerine yazılanlara değinmiyorum. Bilinenler yeterlidir. Tonguç’un gözünden izleyebilirsek, Cumhuriyetin erişmek istediği, demokratik devrim dediğimiz aşamaları tanımlayabiliriz. Yok, Cumhuriyetin “iç mücadelesi”nde somutlaşan demokratik devrim aşamalarını görmezlikten gelirsek, olup bitenlerin anlatımı sıradanlaşır, tek tük şeyler halini alır.

1942’yi anlayabilmeliyiz. Enstitü hareketi mesafe almıştır. Fark edilmeyen bir güç yaratmıştır. Gücü büyütme zamanı gelmiştir. 19 Haziran’da 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası” geliyor. (80. yılındayız) Bu, Cumhuriyetin köye egemen olabilmesinden, büyük bir tarihsel atılımdan önceki fotoğraf gibidir. Yasa ile okul, köyün merkezi olmaktadır. “Kılavuz” köy halkını yetiştirecek, sorunlarını çözebilecektir. Kooperatifleri kurabiliyor. Çalışan köylü için, antikçağdan beri dünyasında olmayan şey, ödüllendirme geliyor. Yurttaşlığa büyük adım. “Müttefikler” bunların ne demek olacağını anlamışlar mı? Hem de nasıl!  Prekapitalist dokunun sürdürülmesi onlar için “hayat memat”tır. Savaşacaklardır.

DEVRİMİN İKİNCİ AYAĞI

1940 Yasası’na iki kişi “Evet” oyu vermişti; 150 kişi oy kullanmamıştı. Bu “Hayır” demekti. 1942’de 252 kişi “evet” oyu verdi; 177 kişi “yok”tu. Görüşmelerde kıyasıya direnmişlerdi. (Ayrıntıları, özellikle hangi maddelerde direndiklerini okuyunuz. Öğrenmek lazım.) Artık Enstitüyü kapsayan fakat aşan büyük bir adımla mücadele alanına giriyoruz. Gerçekte, sınıfsal muharebe alanına. 20 Temmuz’da İnönü, Tonguç’u alarak Enstitü ve köy “seferleri”ne başlıyor: Eskişehir, Sivrihisar, Mahmudiye, Hamidiye, Konya, Karapınar, İvriz, Ereğli, Bor, Aksaray, Koçhisar ve Ankara Gölbaşı. (Kitaptaki bilgiler aydınlatıcıdır.)

Gölbaşı’nda İnönü’yü karşılayan CHP’nin yeni Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal, Tonguç’u arabasına aldı. “Ne gezdirip duruyorsun bunu köy köy. Yarın bizim söylediklerimize, raporlarımıza inanmayacak!” dedi. “Bu” İnönü’ydü! Tonguç, partideki güç yapısının uzaktan göründüğü gibi olmadığını, mücadelede İnönü’nün karşısındaki gücün mertebesini artık en iyi kavrayan kişiydi. Birlikte yaptıkları “seferler”de İnönü’nün kurgusunu kavrıyordu. Bir kurmaylık. Garp Cephesi Komutanı kimliğiyle kurgulamış gibi: Yüzyıllardan gelen prekapitalist dokuyu ancak bir tür “harekât”la çökertebilirsin. Barış yıllarında yapılamadı. Şimdi, uygun zaman ayağına geldi: 2. Dünya Savaşı. Ülkenin, Cumhuriyetin en büyük tehlike ile karşı karşıya geldiği zaman. Ama içinde bir fırsat taşıyor: Eğer ülkeyi büyük savaş kıyametinin dışında tutabilirsem, içeride tarihin (bir paradoksla) ikram ettiği bu altın fırsatı kaçırmamalıyım! Ve hemen, (Alman kuvvetleri Fransa’yı almaya giderken) 1940’ın nisanında başlamalıyım. Gecikmemeliyim. Demokratik devrimin 1940’lardaki ilk ayağı olan Enstitü, 1942’de, İnönü’nün savaş yıllarının yokluklarında azalmayıp artan desteğiyle “ileri cephe”sini kurdu. (Ekmek karneyle, inşaat çivisi bile bulunmuyor!)

Devamı geliyor. Temmuzda Başbakan Refik Saydam ölür. Yerine Şükrü Saracoğlu geçer. Tarım Bakanlığı’na Şevket Raşit Hatipoğlu gelir. Cumhuriyetin en kayda değer Tarım Bakanı. O da Tonguç gibi, Almanya’da (ve Fransa’da) okumuş, doktora yapmış, Anadolu’yu karış karış gezmiştir. Köylüyü tanımış, toprak ve tarım davasını dert edinmiştir. 20 Ağustos’ta İnönü’nün Tonguç’la başlayan “sefer”inde o da vardır. Kayseri, Sarımsaklı, Pazarören, Bünyan, Sivas, Yıldızeli, Tokat, Turhal, Ladik, Samsun ve dönüş. Dönüşte, trende Tonguç’u ve Hatipoğlu’nu toplantıya çağırıyor. Yollarda, köylerde onlarla daha önce konuştuklarını “harekât” hedefi olarak söylüyor: Enstitü sayısı 60’a çıkarılmalı ve 200 bin tarımcı (çiftçi) yetiştirme hazırlığı yapılmalı! Tonguç, İnönü’yü özel merakla izliyor. Büyük toprak sahiplerine, topraksız köylülerin durumuna tepkisini not ediyor. Ve demokratik devrimin “ikinci ayağı”nı (“ikinci cephe” de diyebiliriz) keşfediyor: Toprak davası gelecektir. Garp Cephesi Komutanı sanki bir “kıskaç harekâtı” tasarlamıştır: Kıskacın bir ayağında Köy Öğretmeni’nin Enstitüsü, öbür ayağında Atatürk’ün özlemi olan “müstahsil köylü”, yani, topraklandırılarak doğacak olan çiftçi (iki yüz bin tarımcı).

BİRKAÇ TÜMENİM OLSA’

Mücadelenin siyasal söylemi, duyurusu kasım başında İnönü’nün TBMM konuşmasıdır: “…Cumhuriyet hükümetlerinin sarf ettikleri gayretlere iki seneden beri cemiyetimiz tarafından hiç yardım edilmemiştir... Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz (soluduğumuz) havayı ticaret metaı (nesnesi) yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadırlar.” Sınıfsal “blok” tablosu berrak değil mi?

1943’ün “seferleri” nisanda başlayacak. Savaştepe, Kızılçullu, Gönen, Aksu. Sonra, eylülde Erzurum, Pulur, Kars, Cılavuz, Trabzon. Ve Beşikdüzü’nde Enstitü öğrencileri motorla açılmış, türkü söyleyip ağ çekiyorlardı. İnönü, Tonguç’la yan yana oturarak bir motora biniyor, giderken kolunu sıkıyor, acıtarak. Şöyle diyor: “Elimde bunlar gibi gençlerden birkaç tümen olsaydı, Türkiye’nin yazgısını değiştirirdim!” Askeri terim kullanıyor: “Birkaç tümen.” Demek ki 50 bin kişi bile yok! Esendal’ı bilmez mi? Yanı başında. Çoğunluk o tarafta ve eldeki malzeme bu. Bir demokratik devrim hamlesi, ortaçağ yapılarının tasfiyesi için bir “minimum güç” istiyor. Çünkü ortaçağ ile hesaplaşma büyük olacaktır. Ve öyle oldu.

Daha önce Tonguç, “60 Enstitü, 200 bin çiftçi” hedefi için kapsamlı bir çalışma yapmıştı. Bakan Yücel’le de uzun uzun görüştüler. Proje, takatlerinin çok üzerindeydi. Ne devlet yapısındakiler ne de parti destek olurdu. Gerçek bu idi. İnönü’ye gittiler. “Olamayacak” dediler. Kitap şöyle yazıyor: “Tonguç, onun yanıtını yaşamı boyunca unutmayacaktı: ‘İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz’ demişti.” Tarih henüz 1942 idi. “Savaştan sonra” deyişi yaptığı kurguyu açıklıyor.

Biz” ve “Bize yaptırmayacak olanlar”. Açık değil mi? Enstitüler için İnönü’ye “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?” diyen Mareşal’den valilere, kaymakamlara kadar gelen bir kadronun katı tutumu ve devrimciliği 1930’ların ortalarında eskimeye başlamış bir parti yapısı. Peki, Cumhuriyetin köylüler ülkesinde demokratik devrim mücadelesi kaybetmeyi de göze alarak yapılmayacak mı? Yapılacak.


GERİCİLİĞİN KALIN KABUĞU

Türkiye kendini savaşın “kıyamet”inden korumuş ama beş yıl boyunca büyük bir orduyu silah altında tutmak zorunda kalmıştır. Köydeki üretici orduda tüketici olmuştur. Savaş biterken tarlaya dönüş eski düzene dönüş mü olacaktır? Yoksa o köylü toprağa kavuşup çiftçi kimliği mi kazanacaktır? Tarım Bakanı Hatipoğlu, 17 Ocak 1945’te “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” tasarısını getiriyor. Demokratik devrimin ikinci ayağı (cephesi). 

Hakkıyla tarım yapmak üzere toprakta yeni mülkiyet getiriyor. Merkeze “Bağımsız Çiftçi”yi (Çiftçi Ocaklarını) yerleştiriyor. Ona 30’dan 500 dönüme kadar toprak veriyor. Ortakçı, yarıcı, maraba tarihe karışacaktır. Büyük topraklılar tarım yapmak istiyorlarsa 500’den 5000 dönüme kadar ekim yapabilirler. Ekmezlerse, o topraklar da kamulaştırılarak bağımsız çiftçiye verilecektir. Köyde aydınlanan çiftçi, toprakta Cumhuriyetin gerçek tarım ajanı olacaktır. İnönü ile Hatipoğlu’nun tarihe geçecek hamlesidir.

SOVYET ÖZELLİĞİ’

Usulen, tasarı önce Muhtelit Encümene (Karma Komisyon) geldi. Çoğunluk tasarıya karşı idi. Hatipoğlu geniş hazırlığını, uygulama için “ayrı bir teşkilat” kurulacağını açıkladı. “Yalçın hakikat şudur: Çiftçi dediğimiz kimseler topraksızdır. Toprakları yetmemektedir. Bu davayı halledelim arkadaşlar. Bu yurtiçinde toprağı yetemeyen çiftçi ve topraksız çiftçi bulundukça her şey zarar görür.  Kundaklanmış kanun işe yaramaz” dedi. Komisyon sözcüsü ise Adnan Menderes’ti!

Uzatmayalım. Tasarı köy-toprak-tarım rejiminin fiili sahipleri için ürkütücüydü. Ortaçağdan gelen “statü”leri sona erecekti. İnandırıcı tezleri yoktu. Ancak, çoğunluk sağlayacak taktikleri ve “komünizm geliyor” yöntemleri vardı. 

KARŞIDEVRİM

Emin Sazak: “Rusya’da da aynen böyle olmuştur. Kolektif şirket diye başlamıştır, halk da mecbur olmuştur. Aynen tatbikatı budur.” Recai Güreli: “Tasarının dışarıda akisleri bambaşkadır. Bilhassa ocak meselesi… Diyorlar ki acaba hükümet sola mı kayıyor? Tüccarlar da acaba bizim elimizdeki mülkleri de taksim edecekler mi diye soruyor.” Feridun Fikri Düşünsel: “Nereye gidiliyor? Yalnız toprak mülkiyetine değil, mülkiyet prensibine ait niteliktedir.” Adnan Menderes: “Çiftçiliği özel meslek saymaktaki maksat nedir? Yüksek komisyonunuz buna lüzum olmadığını ifade etmiştir. Toprak kiralamamak, ziraat amelesini tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek, toprağı kökünden kamulaştırmak Sovyet toprak rejiminin belirgin özellikleridir.”  Atıf Bayındır: “Kullanımda sınırı kabul edersek, bütün servet şekillerinde de kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine başka bir şey derler.”  F. F. Düşünsel: “Çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Bizim hukuki bünyemize uygun mudur?  Uygun değildir. Memleketin gelecekteki yönetimine zararları olabilir mi? Olabilir. Çünkü memlekette bir sınıf bilincinin oluşması muhtaç olduğumuz siyasal dengeyi yarın bozabilir.”  

Ve Cumhuriyette de yaşasa, bir ortaçağ rejiminin toprak mülkiyeti sahibi için, en üstün değerin o mülkiyet olduğunu anlayabilmemizi çarpıcı biçimde anlatan Emin Sazak: “Acaba bu adamları (büyük topraklılar) ortadan kaldırmak memleketin gelişmesi için faydalı mıdır? O adamlardır ki Milli Mücadele’nin ilk günlerinden beri Garp Cephesi Kumandanı 100 vagon buğday verin der, yetiştirir… Bakanımızın tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, oğlunu askere gönderdi, binlerce vagon zahireyi, yüz binlerce lirayı hükümet yok iken Garp Cephesi Kumandanı’nın emrine gönderdi…”  Ne diyor? Senin askerin, senin Milli Mücadele’ni benim gönderdiğim ekmekle yaptı, diyor! Cumhuriyet en ileri menziline ulaşamadı. Bağımsız çiftçi (Mustafa Kemal’in “müstahsil köylü”sü) doğamadan öldü. Köy öğretmeni 1945’ten sonra yalnızdır. Ortaçağ toprak rejiminden güç alarak “yeni siyaset” için sahneye çıkanlar, “kılavuz”un güçsüzleştiğini iyi görmüşlerdir. İttifaklarının gücünü artık Enstitü’yü yıkmaya yönelttiler. Geri kalmışlığın kalın kabuğu kırılamadı, biraz daha kalınlaştı. Demokratik devrimden kalan boşlukta karşıdevrim filizlenmeye başladı.

Dr. Engin Tonguç, kitabında, babasının yaşamı boyunca, İnönü aleyhinde konuşan olursa hemen susturduğunu yazıyor. Acaba neden? 

* * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: cumhuriyet.com.tr / Bilsay Kuruç – Köy Enstitülerinin gücü

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/bilsay-kuruc/koy-enstitulerinin-gucu-1929374?fbclid=IwAR14O0TS_go8ql7nQ1uYIedc6FE8_cyJlMavIxddnJDBLv8rlNP85KTFJ_0

* * * * * * * * * * * *

29 Mayıs 2023 Pazartesi

TURKISH MIRACLE IN EDUCATION: VILLAGE INSTITUTES / EĞİTİMDE TÜRK MUCİZESİ


TURKISH MIRACLE IN EDUCATION: VILLAGE INSTITUTES
This model has been shown as an example for developing countries by UNESCO. Village Institutes started to be opened in 1937 in order to train “teachers for the village and other professionals useful to the village” as the torches of enlightenment in Anatolia. At the time the Village Institutes were established, Turkey was a country with a low level of education, weak industry, and 80 percent of its population lived in villages. In those years, the literacy level in the country was around 25 percent.

Village Institutes was a project to wake up the people of Anatolia who were devastated, burned and burned, and the Anatolian people struggling with poverty and ignorance, and to create a civilized Turkey. Students; He was learning, applying what he learned and producing.

In this period, after the village children were educated, they were sent back to their villages as teachers in the fields of agriculture, arts, crafts and health. The main purpose of the Village Institutes was to develop the rural area, to train the villagers and to make the trainers and villagers productive.

We plough, sow, reap, trust and beyond
Every profit of the nation is in the pocket of the nation,
We gathered to the voice of the original farmer Atatürk,
War with the soil to the agricultural front.
We are the foundation, the root of national existence,
We are the homeland's own owner and the master is the peasant.

What makes man human, first of all, is this lineage, this land.
Working sincerely with the latest tools,
To set an example to the near world for the Turkish,
Head fresh, hand calloused, peace of mind, clear forehead.
We are the foundation, the root of national existence.
We are the homeland's own owner, master and peasant.

We will establish in our own homeland, peace and order.
Breaking down barriers, national sovereignty
Let the villages see abundance, comfort and festivity.
It is our invincible Turkish self.
We are the foundation, the root of national existence.
We are the homeland's own owner, master and peasant.

17 Mayıs 2023 Çarşamba

“ZİRAAT MARŞI” / Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine, Toprakla savaş için ziraat cephesine


Güfte: Behçet Kemal ÇAĞLAR,
Beste: Ahmet Adnan SAYGUN
"Köy ve Ziraat kalkınma işi, köylü ve çiftçi ile elele başarılması gereken büyük milli iştir. Bu davayı ve bu azmi yaymak için Atatürkün muhtelif tarihlerdeki vecizeleri bir araya getirilerek güfte ve bestesinin tespiti işi, Behçet Kemal Çağlar ve A. Adnan Sayğın'dan rica edilmiş ve her ikisi, ilk defa Cumhuriyetin 15 inci yılında Ankarada Atatürkün heykeli Önünde Yüksek Ziraat Enstitüleri talebeleri tarafından söylenen ve bilâhare Ziraat Vekâleti adına Radyoda yapılan konuş malar sonunda da tekrar edilmiş bulunan besteyi ve metni vücude getirerek bunu, Türk köylüsü adına ithaf etmişlerdir."

25 Ocak 2023 Çarşamba

Kuraklığa karşı acil çözüm şart / Aykut Diş

 

Kuraklığa karşı acil çözüm şart / Aykut Diş

Ocak sonuna geldik ama yeterli yağış olmadı. Kuraklık tehlikesini TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez ve Çevre Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Öztürk ile konuştuk. Uzmanlar, böyle giderse tarımsal ürünlerin fiyatının aşırı derecede yükseleceğini söyledi.

AYKUT DİŞ / ANKARA

Kuraklık tehlikesi her geçen gün büyüyor. Ocak ayının sonunda olmamıza rağmen yağışlar beklenenin çok altında kaldı. Hava sıcaklıkları da mevsim normalinin üzerinde seyrediyor. Ankara’da ocak ayında sıfıra yakın veya altında seyreden hava sıcaklığı 8-10 derece bandında. Barajlardaki doluluk oranı her geçen gün düşüyor. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Baki Remzi Suiçmez ve Çevre Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Öztürk ile kuraklıkla mücadele üzerine konuştuk. 23. Dönem Hatay Milletvekili olan, 2014-2018 yılları arasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda müsteşar olarak da görev yapan Öztürk acil durum koduyla harekete geçilmesini savundu. “Acil çözümler uygulamaya konmazsa kuraklık ve sıcak hava dalgaları tarımsal ürünlerin fiyatlarını aşırı ölçüde yükseltecek.” dedi. Öztürk, 10 maddelik bir mücadele planı önerdi.

CİDDİ İŞARETLER

Prof. Dr. Mustafa Öztürk, Türkiye'de kar yağışının son 74 yılın en düşük seviyesinde olduğunu söyledi. İstanbul, Ankara ve İzmir’in barajlardaki doluluk oranının yüzde 30’un altına indiğini ifade eden Öztürk bazı göllerden de örnekler verdi: “Bilecik'te kuraklık nedeniyle Pelitözü Gölet’inde sular yaklaşık 30 metre çekildi. Tekirdağ’ın Bıyıkali Göleti'nde de su seviyesi büyük oranda azaldı. Kahramanmaraş’ta Ahır Dağı zirvesinde yer alan Karagöl tamamen kurudu. Bursa'da yıllık 60 milyon metreküp su kapasiteli Nilüfer Barajı’nda su seviyesi yüzde 5’e düştü. Bitlis'te son 50 yılın en kurak dönemi. Yağışlar Elazığ’da yüzde 32 ve Konya'da yüzde 50 azalmış. Marmara Bölgesi’nin iki aylık su yılı yağışları son 52 yılın en düşük seviyesine düşmüş. 2023 su yılı yağışları Trakya’nın batısı, İstanbul, Çanakkale, Bursa, Yalova, İzmir’in batı ve kuzey kesimleri ile Isparta, Kırıkkale, Kırşehir, Osmaniye ve Hatay çevrelerinde mevsim normallerine göre yüzde 60’tan fazla azalmış. Türkiye'de kar yağışı son 74 yılın en düşük seviyesinde. Tüm bunlar alarm zillerini çalmamız için ciddi işaretlerdir.”

ŞEHİRLERDE BİO-HENDEK ÖNERİSİ

Prof. Öztürk Türkiye’nin yağış alma düzeninin değiştiğini, yaz ayı ortalamasının 9 aya çıktığını aktardı. Şehirlerde yağmur sularını depolayarak kullanıma sunan bio-hendek modelinin üzerinde durdu. “Yağışlarımız artık sık sık az az değil; seyrek, ani ve şiddetli olacak.” uyarısında bulunan Öztürk şöyle devam etti:

Acil çözümler uygulamaya konmazsa kuraklık ve sıcak hava dalgaları tarımsal ürünlerin fiyatlarını aşırı ölçüde yükseltecek. Şehirlerimizde bio-hendek planı çıkarmalıyız. Örneğin New York’ta 10 binin üzerinde bio-hendek olduğunu biliyoruz. Bio-hendekler yağmur suyunu göllendirip kullanıma sunabilen uygulamalardır. Yağışlarımız artık seyrek, ani ve şiddetli olacağı için de sel ve toprak kayması gibi felaketleri önleyecek bir zemin düzeni hızla hayata geçirilmeli.”

* * * * * * * * * * * *

Prof. Dr. Mustafa Öztürk, 10 maddede özetleyerek kuraklıkla mücadele çağrısında bulundu:

1. Atık sular ileri kademe arıtılıp park bahçe, sanayi tesisi, araç yıkama istasyonu ve golf sahası gibi aşırı tüketim yapan alanlar başta olmak üzere kullanma suyu olarak tekrar kullanılmalı.

2.İçme suyu şebeke sisteminde kaçak-kayıp oranı yüzde 10'nun altına düşürülmeli.

3.Vahşi sulamaya son verilmeli. Tarım alanlarında ve park bahçelerde akıllı sulama sistemlerine geçilmeli.

4.Su yoğun sanayi tesislerinin kurulmasına son verilmeli.

5.Otel, motel gibi ticari amaçlılar da dahil tüm binalarda ve apartmanlarda yağmur suyu hasadı zorunluluğu getirilmeli.

6.Seralara yağmur suyu hasadı zorunluluğu getirilmeli.

7.OSB'ler ve çiftliklerde de yağmur suyu hasadı zorunlu olmalı

8.Çim ekimine son verilmeli. Suyu az seven tropikal ağaç. Çalı ve bitki türlerinin dikimi/ekimi yapılmalı.

9.Şehirlerimizde bio-hendek planı çıkarmalıyız.

10.Deniz suyundan içme suyu temini düşünülebilir. Şu anda dünyada 1 metreküp suyu arıtmanın maliyeti 0,5 dolara kadar düşmüştür. Karadeniz ve Marmara Denizi suyunu içme suyuna dönüştürmek Akdeniz suyuna göre daha ekonomiktir.

* * * * * * * * * * *

TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, bilimsel raporlar ve arazi gözlemleriyle birlikte değerlendirildiğinde, meteorolojik kuraklık, tarımsal kuraklık ve hidrolojik kuraklık sorununun ciddi bir şekilde yaşanacağını belirtti. Bu durumun en çok tarım sektörünü etkileyeceğinin altını çizdi. “Özellikle kışlık ekimleri yapılan buğday ve arpa gibi hububat ve mercimek gibi bakliyat ürünlerinde verim kaybı ve rekolte azalması gündemde. Kış aylarında yaşanabilecek don ya da bahar aylarındaki seller de üretimi olumsuz etkileyebilecektir.” dedi. “İlkbahar yağışlarının normale dönmemesi halinde sadece kuru tarım alanlarında değil sulu tarım alanlarında sulama yapılacak mısır, şeker pancarı, yonca, sebzeler gibi birçok üründe de verim düşüklüğü ve rekolte azlığı yaşanabilecektir.” cümlelerini ekledi.

ÜRETİM MALİYETLERİ DÜŞÜRÜLMELİ’

Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı şunları vurguladı: “Çiftçinin üretimden çekilmesi, gıda arz açığını kapatmak üzere daha yüksek fiyatlarla dışalım yapılması, dışalım bağımlılığının artması, tüketicilerin daha yüksek fiyata gıdaya erişimi yani yüksek gıda enflasyonu da bizleri yakın dönemde bekleyen sorun alanlarındandır.”

Gıda enflasyonu yüksekliğini sadece kuraklığa bağlamak kolaycılıktır ve asıl sorunların çözümünü ötelemektir. Tarımsal girdi fiyat endeksinin Kasım 2022’de yüzde 121, Tarım ürünleri üretici fiyat endeksinin Aralık 2022’de yüzde 151 olduğu bir ortamda öncelikle girdilerde somut indirim yapmak, üretim maliyetlerini düşürmek, toplam destek bütçesini artırmak ve destekleri önceden vermek, ürün maliyeti üzerinden alım fiyatı açıklamak ve yeterli miktarda alım yapmak gibi ekonomik çözümler öncelikle atılması gereken adımlardır.”

 “İklim değişikliğinin kısa ve uzun vadeli senaryoları dikkate alınarak su kaynaklarına yönelik uzun vadeli planlamalar ile gerekli önlemler somut olarak zamanında uygulanmalıdır.

TOPRAK SU MÜDÜRLÜĞÜ YENİDEN KURULMALI’

Ülke ve il düzeyinde Tarımsal Kuraklıkla Mücadele Stratejisi ve Eylem Planı kağıt üzerinde kalmamalı. Şu an işlevsiz ve dağınık olan kamu yönetimi yerine tarım, toprak ve su yönetiminde etkin bir kamu yönetimi kurulmalı, merkezi yönetim görev ve yetkilerine sahip çıkmalı, uzman kurumlar kapatılmamalı veya işlevsizleştirilmemelidir. DSİ Genel Müdürlüğü güçlendirilmeli, sulama bütçesi artırılmalı, en ücra noktalara hizmet verecek şekilde Toprak Su Genel Müdürlüğü yeniden kurulmalıdır.”

Gıda arzının sürekliliği, verim ve üretici gelirinin artması için sulamaya uygun tarım alanları bütçeden yeterli kaynak ayrılarak ivedilikle sulu tarıma açılmalıdır. Sulama yatırımları artırılmalı, sulanan alanlarda eşgüdümlü olarak arazi toplulaştırma ve tarla içi geliştirme hizmetleri tamamlanmalıdır. Yasal olmayan yeraltı suyu kullanımı engellenmeli ve halkımız bu konuda bilinçlendirilmelidir. Tarım Sigortası bilinci artırılmalı ve TARSİM, kapsamındaki ürün ve hasar çeşidi artırılarak yaygınlaştırılmalıdır.

* * * * * * * * * * *

KAYNAK: aydinlik.com.tr / AYDINLIK - GÜNDEM, 24 OCAK 2023 https://www.aydinlik.com.tr/haber/kurakliga-karsi-acil-cozum-sart-363025

* * * * * * * * * * *

19 Aralık 2022 Pazartesi

ATATÜRK'ÜN İSMET PAŞA'YA MEKTUBUNDAN (1923) / Onur Öymen






ATATÜRK'ÜN İSMET PAŞA'YA ÜLKE GERÇEKLERİNİ ANLATAN MEKTUBUNDAN(1923) / Onur Öymen

"Sevgili Paşam, Cumhuriyetin ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum...
Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim.
Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı.
Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4000 km demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil....
Denizciliğimiz acınacak durumda...
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız.
Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz.
Bu durumu düzeltmeli halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getiriyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.
Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayımız 136.
Pek az şehirde eczane var.
Saygın hastalıklar insanımızı kırıyor.
Üç milyon insanımız trahomlu.
Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde.
Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta.
Bebek ölüm oranı %60'ı geçiyor....
Telefon, motor, makine yok.
Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz.
Kiremiti bile ithal ediyoruz.
Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830.
Yanan bina sıyısı 114.408.
Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
Yunanistan'dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek.
İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı....
Cumhuriyetin insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediyor....
Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler.
Bütçemiz, gelirimiz yetersiz.
İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var.
Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz.
Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı..
Ama yılmamak, ucuz geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız....
Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız.
Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.
Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak isterim.
Allah yardımcımız olsun"
GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA- 1923

Atatürk Cumhuriyeti ilan eder etmez kurulan ilk Cumhuriyet hükumetine Başbakan olarak İsmet Paşa'yı atamıştı. Ve kendisine ülkenin içinde bulunduğu durumu anlatan böyle bir mektup yazdı. Ülkenin durumu içler acısıydı.
İşte bunun içindir ki;
İstanbul hükumetinin tüm engellemelerine rağmen, kendisine inananlarla beraber savaşarak düşmanların hepsini ülkeden kovduktan sonra ülkeyi kalkındırma işine girişti. Böyle bir enkazdan dünyanın sayılı saygın tam bağımsız bir ülkesini yaratan,
kiremit yapamayan ülkeye birkaç yıl içinde uçaklar yaptıran Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e tüm ibadet merkezlerinde ve hayatımızın her anında şükranlığımızı eksik etmeyelim.
Başka yol gösterici, rehber aramayalım.
Bize Atatürk yeter,
Atatürk dünyaya yeter.

KENAN ÖZEK

Kaynak: Onur ÖYMEN, Diplomat, siyasetçi, yazar. Çöküşten zafere Lozan- kitabından


* * * * * * * * *
Paylaşım: Tamer Timur - “HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜSÜ” Facebook Gurubu
Kaynak: Kenan Özek-TÜRK İSTİKLAL HAREKETİ ANKARA
* * * * * * * * *

5 Aralık 2022 Pazartesi

ZAMAN TÜNELİNDEN BİR GÖRSEL / YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ ÖĞRENCİLERİ - 1935

 

ZAMAN TÜNELİNDEN BİR GÖRSEL / YÜKSEK ZİRAAT ENSTİTÜSÜ ÖĞRENCİLERİ - 1935. ANKARA

1935 yılı Yüksek Ziraat Enstitüsü şimdiki adı ile Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencileri derste(Ahmet Gökçe arşivinden).

* * * * * * * * *

Kaynak: Nihat Şenol Taşcı / “KÖY ENSTİTÜLÜLERİN ÇOCUKLARI” Facebook Gurubu

* * * * * * * * *