ZİRAAT MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

29 Kasım 2020 Pazar

Türkiye Reşit Sönmez'in değerini bildi mi / Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı

Türkiye Reşit Sönmez'in değerini bildi mi

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı yazdı...

Türkiye tarımına ve ekonomisine araştırmalarıyla hizmet etmiş ve mesleğinde iz bırakmış insanlar vardır. Bu seçkin kişilerden birisi de Prof. Reşit Sönmez idi. O’nu 12 Eylül 2020 tarihinde sonsuzluğa uğurladık.

İzin verirseniz Sönmez Hoca’nın Öyküsü’nü genç kuşaklara örnek olsun ve de bilmeyenler de öğrensin diye bilgilerinize sunmak istiyorum.

Anlatayım…

Yemyeşil bir doğa. Koyu mavi Karadeniz’in beyaz köpüklü dalgalarına göz kırpan portakal, elma, armut ağaçları ve bu bahçenin ortasında beyaz boyalı, bol pencereli iki katlı bir ev. Sönmez Hoca, Kurtuluş Savaşı’nın barut kokusu dumanları Anadolu’nun ufuklarını sardığı 1922’lerde bu evde doğdu.

Rize’nin Pilavdağı mahallesinde evlerin kapıları günboyu açıktı. Analar bahçelerde çalışırken bebekler de yeşilin koynuna kendilerini atar, özgür yaşamın tadını çıkarırdı. O da öyle büyüdü; öyle yaşadı ve körpe ayakları ile bir saat uzaktaki okula yürüyerek gitti. Kimi zaman çamurlu yollarda ip gibi yağan yağmur altında, kimi zaman boyunu aşan karlar, elindeki defterlerini, kitaplarını koruyarak yürüdü, terledi, bronşit oldu. Ama dayandı, okudu ve büyüdü.

İlkokul üçüncü sınıfta babası öldü. Ondan sonraki yıllarda okuyabilmek için güç yollardan geçti. Kendi girişimi ile girip kazandığı parasız yatılı sınavı okuyabilme yolunu açtı ve Erzurum Lisesi’ni bitirdi. Lise bitirme ve olgunluk diplomaları pekiyi derece olduğundan üniversiteye sınavsız girebiliyordu. Tıp ve ziraat fakültelerine başvurdu. İkisine de kabul edildi. Ancak O ziraatı tercih etti. Çünkü daha ilkokul çağlarında ağaç dikerdi, meyve budardı ve hayvanları severdi. Bütün çocukluğu ve gençliği ziraatının içinde geçmişti. Atatürk’ün traktör üzerindeki o tarihi resmi büyülemişti kendisini. Ziraat Mühendisi olmak çok tatlı geliyordu kendisine. Öyle yaptı ve 1942 yılında Ankara Ziraat Fakültesi’ne girdi.

Mezun olduktan sonra 1946 yılında Rize’de Çay Teşkilatı’nda mesleğine ilk adımını attı. Askerlik görevinden sonra bilim adamı olmak, bilimsel araştırmalar yapmak istiyordu. Bu tutku ve amaç, kafasını sarmıştı. Az maaşla, zor ekonomik koşullarda Ankara Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü’nde asistanlığa (şimdiki adı araştırma görevlisi) başladı.

Özel sektörde bol paralı teklifler aldı zaman zaman. Ama hiçbirine kapılmadı, sade bir yaşam, kısıtlı olanaklar içinde bilimsel çalışmalara kendini verdi.

Düşünüyordu ve diyordu ki “Sürekli, yararlı ve kalıcı çalışmalar yapmak zorundayız. Kendi ülkemizin koşullarına uygun yeni hayvan tipleri yaratmalıyız.” Dal olarak “Koyun Yetiştiriciliği ve Islahı” üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırdı. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’nın değişik ülkelerine gittiğinde aynı çalışmalara devam etti. Çiftliklere, köylere gitti, çobanlarla söyleşiler yaptı. Koyun sürüleri arasında ömrünün en güzel günlerini yaşadı. Köy kahvesinde otururken çobanların söylediği her sözü değerlendirdi.

BİLİM ADAMINDA KÖYLÜLER NE BEKLİYOR”

Onların gerçek beklentisini bilerek araştırmalar yapmalıydı. Bu görüşü yaşamı boyunca benimsedi ve birlikte çalıştığı genç akademisyenlere aynı düşünceyi aşıladı. Bu görüşün ülke yararına sonuçlar verdiğini gördü ve mutlu oldu.

İlk asistanlık günlerinden başlayarak Devlet Üretme Çiftlikleri’nde (şimdiki adları Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü) uzun süreli, yorucu ve büyük emek veren çalışmaları Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu destekleriyle yürüttü.

Çok kere koyun sürülerinden evine kene ve başka asalakları bile taşıdı. Üniversitelerde rektörlük ve dekanlık yaptığı sıralarda bile keten elbisesini sırtına geçirerek koyunlar arasına katıldı ve “esas görevi olan araştırmacılığı” bir an bile unutmadı.

Basında, radyoda ve televizyonda çalışmalarına ait güzel, gerçek ve köylüleri sevindiren sonuçları görünce ülkesine ve milletine hizmet etmenin mutluluğunu duydu.

Sönmez Hoca, ekip çalışmasını da ilke olarak benimsedi. Birlikte çalıştığı gençlere her yerde söz ve hak sahibi yaptı. Bilimsel çalışmaları birlikte yayınladılar. Uzun ve yorucu yollardan geçtiler. Uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda Tahirova, Acıpayam, Sönmez ve Türkgeldi gibi yeni koyun ve keçi tipleri edildi. Bunların köylü koşullarında iyi sonuçlar verdiğini gördü.

Sönmez Hoca’ya yaptığı çalışmalar sonucunda başta Ziraat Mühendisleri Odası, Tarım Bakanlığı Tarım Teşkilatları, Ziraat Odaları, Zootekni Derneği ve Almanya Giessen Üniversitesi Zootekni Enstitüsü gibi kurumlar bilim ödülleri ve başarı plaketleri verdi.

Sönmez Hoca, Türkiye’nin çalkantılı yıllarında bile çalışmalarını hiç aksatmadı. Türkiye’nin hayvancılık deseninde egemen hayvanın koyun olduğunu gördü ve “ Buğdayla koyun, gerisi oyun”adlı ata sözü O’nunla yaygınlaştı.

Hoca, şöyle sesleniyordu:

Çal kavalını,

Ey mutlu Çoban

Kuzular, analar seni izlesin

Yankılar yapsın dağlarda sesin.”

Zaman ilerledi… Doğanın değişmez yasaları gereğini yerine getirdi ve Hoca 1988 yılında emekli oldu. Ancak mesleğinden hiç kopmadı. Genç akademisyenleri ile çiftliklere gitmeyi sürdürdü, kitapları ortak yazmaya devam etti. Bir ara İzmir Ziraat Mühendisleri Mühendisleri Odası Başkanlığı’nı bile yaptı. Şimdi Alsancak’ın en iyi yerinde olan Ziraat Mühendisleri Mühendisleri Odası, O’nun önderliğinde alındı.

İnsan ömrü, doğumla ölüm arasında sınırlı, kısıtlı ve sayılı günlerden oluşan bir dönemdir. Onurlu, mutlu ve topluma hizmet vermenin sevinci ile dolu bir yaşam sürmektir önemli olan.

Sönmez Hoca, bunun bilincine erişmiş bir bilge idi ve şair yönüyle bunu şöyle ifade etmişti:

Mavi deniz göz kırpar

Yeşil çamlar,

Kuşlar cıvıldaşır, kuzular meler

Neden sitemler hep aynalara

Yaşanarak geçti bunca seneler

Nerde eski günler, güzel şarkılar

Nerde çocukluğum, nerde gençliğim

Şimdi gönüllerde tatlı anılar

Ak saçlarımda bir tarih yatar.”

Özetle, o, bir yandan üniversitedeki çalışmalarını sürdürdü, şimdilerde her biri emekli bile olmuş çok sayıda profesör yetiştirdi, yüzlerce araştırma, kitap ve bildiri yayınladı, rektör ve dekan olarak görev yaptı.

Aslında Sönmez Hoca’nın bize öğrettiği en güzel şey, emeğin, üretkenliğin, liyakatın ve namusun baş tacı edilmesi düşüncesi oldu. Daha da ötesi demokratlığın, çelebiliğin ve sevginin toplumumuzda yaygınlaşmasına eylemiyle büyük katkılarda bulundu.

Evet, an geldi. Reşit Hoca da sonsuzluğa göç etti.

Sönmez Hoca’nın öğrencisi, asistanı ve manevi oğlu olma onuru ve kıvancını hep yaşayacağım.

Işıklar içinde uyu hocam.

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı

* * * * * * * * * * *

KAYNAK: https://odatv4.com/turkiye-resit-sonmezin-degerini-bildi-mi-14092041.html

 

22 Kasım 2020 Pazar

ÇİFTÇİNİN BU SORULARINA VERECEK CEVABINIZ VAR MI? / Mustafa Kaymakçı

 ÇİFTÇİNİN BU SORULARINA VERECEK CEVABINIZ VAR MI? / Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı

Gezici Araştırma Şirketi, çiftçilerin durumunu ve algısını belirlemek üzere 1-6 Nisan 2014 tarihlerinde TÜİK örneklem verilerini dikkate alarak bir araştırma yapmış .

Araştırma sonuçlarına göre çiftçiler geçinemediklerini söylüyor.

  • Çiftçilerin yüzde 87.60’ı zorunlu harcamalardan sonra ellerinde para kalmadığını,

  • yüzde 72.40’ı ahırlardaki hayvan sayısının azaldığını,

  • yüzde 35.50’si çiftçiliği bırakarak göç ettiğini,

  • yüzde 38.1’i kooperatifçiliğe önem verilmesini,

  • yüzde 65.9’u ise “tarla tarımından çok hayvancılığa önem verilmesini ve devlet desteklerinin artırılmasını,

  • yüzde 19.3’ü mera alanlarının kalmadığını ve yüzde 22.1’i toprağın eskisi gibi verimli olmadığını,

  • yüzde 30.2’si suyun kalmadığını, yüzde 38.6’sı iklimin değiştiğini ve yüzde 70.8’i nehirlerinin kirlendiğini belirtiyorlardı.

TARIMSAL ÜRETİM NE ALEMDE?

Para kazanamayan çiftçilerin bir kesiminin tarımdan vazgeçtiği biliniyor.Toplam tarım alanı 1990’da 27milyon 856 bin hektardan, 2014 Ocak’ta 23 milyon 811 bin hektara düşmüş durumda. Bunun sonucu olarak tarımsal üretim gerilemiş. Bir örnek: 1990-2013 döneminde baklagil üretimi yüzde 43 azalarak 2 milyon 13 bin tondan 1 milyon 148 bin tona düşmüş.

BU CEVAPLAR BENİM DE OYUMU YÖNLENDİRECEK

Özetle sonuçlar çiftçilerin durumlarının iyi olmadığını ve tarımın önemli sorunları olduğunu gösteriyor. Çözümlerle ilgili yasalar parlamenter demokrasilerde meclisten çıkacağına göre, genel seçimlerde aday olacaklar, aşağıda sıralanan çiftçi sorularının cevaplarını aramak ve bilmek durumundadır diye düşünüyorum. Bir tarım uzmanı ve küçük bir çiftçi olarak aldığım cevaplar benim de oyumu yönlendirecek.

ÇİFTÇİLERİN SORULARI

  • Tarımsal desteklemeler, Tarım Yasası’nın temel ölçütleri düzeyinde gerçekleştirilecek mi? Tarım Yasası’nın bu hükmü neden uygulanmıyor?

  • Çiftçilerin borçlanması, neden özel bankalara yönlendirildi? Ziraat Bankası ya da Tarım Kredi Kooperatifleri işlevlerini neden yitirdi?

  • Tarımsal girdilerden alınan KDV ile Özel Tüketim Vergisi ne zaman düşülecek?

  • Tarımsal amaçlı kooperatifleri güçlendirici yasalar ne zaman çıkarılacak? Üreticiler AB’de olduğu gibi neden sanayici olmuyorlar?

  • Kırsal kesimde örgüt fazlalığı hatta örgüt kirliliği ne zaman sonlanacak? Kurulan örgütlerin işlevleri neden karıştırıldı?

  • Tarım topraklarının yabancı ya da yabancı denetimli bankalar tarafından alınmasını engelleyici yasalara gereksinme duyuyor musunuz? Bu konuda bir sınırlama getirilecek mi?

  • Tarım toprakları ve meralarının korunması konusunda neler yapılabilir?

  • Türkiye lider durumda olduğu ürünlerde uluslararası borsaları neden kuramıyor? Fındık, üzüm, kayısı borsaları gibi.

  • Kooperatifler, ürünlerini aracısız olarak pazarlayamazlar mı? Yerel yönetimler bu konuda gerekli olanakları niçin sağlayamıyor?

  • Çiftçilere tohum ve damızlık üreten devlet tarım işletmeleri neden satılıyor? Bunların korunarak geliştirilmeleri olası değil mi?

  • Tohumculuk Yasası, Şeker Yasası, Tütün Yasası gibi üretici ve tüketicilerin aleyhine olan yasaları değiştirmek istiyor musunuz?

  • Mazot, gübre, yem gibi girdi fiyatları Batı ülkelerine göre neden kat kat fazla? Girdi fiyatları artarken çiftçi eline geçen ürün fiyatları neden düşüyor?

Bakalım, adaylar bu sorulara nasıl cevap verecekler?

* * * * * * * * * * * * * * * * * 

https://odatv4.com/ciftcinin-bu-sorularina-verecek-cevabiniz-var-mi-1103151200.html

19 Kasım 2020 Perşembe

Türk mucizesini nasıl gerçekleştireceğiz? / Mustafa Kaymakçı

Türk mucizesini nasıl gerçekleştireceğiz?

Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı

Köylülerin yeniden topraklarını işlemesine geri dönüşü nasıl sağlanır, bir başka deyişle tarımı yeniden nasıl canlandırabiliriz...

* * * * * * * * * * *

Geçtiğimiz yılın 18-21 Kasım 2019 tarihleri arasında Ankara’da yapılan “Tarım Şurası”nda Tarım ve Ormancılık Bakanı Bekir Pakdemirli, “Ülkemizde bulunan 3.2 milyon hektar atıl tarım arazisinin üretime kazandırılması konusunda bir açıklama yapmıştı.

Bu tespit “tarımdan para kazanamayan köylülerin 3.2 milyon hektar toprağını işlemekten vaz geçmiş olduğu” anlamına geliyordu.

Köylülerin yeniden topraklarını işlemesine geri dönüşü nasıl sağlanır, bir başka deyişle tarımı yeniden nasıl canlandırabiliriz?

Bunun yanıtını “Atatürk’ün Devletçilik ve Halkçılık temelinde Tarım Politikası’nı göz önüne alarak verebiliriz” kanısındayım.

Yazımızda, “Devletçilik ve Halkçılık”ın Tarım Devrimi’ne yansımasını irdelemeden önce Cumhuriyetin başındaki Türkiye’nin durumuna göz atmakta yarar var.

CUMHURİYETİN BAŞINDA DURUM NEYDİ

Türkiye, bir doğu imparatorluğunun küllerinden emperyalizme karşı zaferle kurulmuştu. Tarih sahnesinden silinmek üzere olan bir halk, Atatürk’ün önderliğinde Kuvayı Milliye temelinde Cumhuriyet rejimine geçmişti. Siyasal bağımsızlığını kazanan Türkiye ekonomik bağımsızlığını da kazanmalıydı. Ancak bu, askeri zaferden daha da zordu. Çünkü memleketin ekonomisi tam bir yıkıntıydı. Tarımsal üretimi de halkı doyuramaz durumdaydı.

13.6 milyon nüfusun 10.3 milyonu kırsal kesimde yaşıyordu.

Toprak dağılımı adaletsizdi. Ailelerin yüzde 5’i toprakların yüzde 65’ine sahipti. Feodalitenin egemen olduğu doğu ve güneydoğu bölgelerinde ise ağalar devlet konumundaydı.

Tarım teknikleri son derece geri, köylü eğitimsizdi. Çok az sayıda ziraat mühendisi, veteriner hekim ve tarım teknisyeni vardı.

Tarımsal üretim halkı besleyemez durumdaydı. Ekmeklik unun bile çoğu dışarıdan getiriliyordu. Şekerimiz ve yağımız yoktu. Et, bayramdan bayrama bile bulunamıyordu. Hayvanlar hastalıktan kırılıyordu.

Nüfusumuzun yarısı hastaydı. Üç milyon insan trahomluydu. Bebek ölümleri yüzde 60’ın üzerinde seyrediyordu.

Bütün sanayi ürünleri dışarıdan alınıyordu. Ülke Avrupa’nın açık pazarı olmuştu.

Halkın ancak yüzde 7’si okur-yazardı. Darülfünun denilen tek bir üniversite vardı. O’na da üniversite demek zordu. Üstelik Darülfünun hocalarının çoğunluğu da Kemalist Devrimlere sıcak bakmıyordu.

Kadın- erkek eşitliği söz konusu bile değildi.

Bu olumsuz tespitleri uzatmak olası. Gerçekten ülkenin durumu içler acısıydı. İşte Atatürk ve arkadaşları ülkedeki ortaçağı yenmek, tam bağımsız bir Türkiye yaratmak için olağanüstü atılımlar yaptılar. Ekonomik atılımların en somut göstergelerinden biri tarımda gerçekleştirdikleri işlerdi.

CUMHURİYETLE BİRLİKTE TARIMDA NELER YAPILDI

Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tarımda gerçekleştirilen işleri şöyle özetlemek olası;

Toprak reformu fikrinin temelleri atıldı. Atatürk, her ortamda toprak reformunun yapılması doğrultusunda söylemlerde bulundu. Köylülere toprak dağıtımına başlatıldı.

Köylülerin örgütlenmesi ve kooperatifleşmesinde önemli atılımlar yapıldı. Atatürk’ün kendisi de birçok tarım ve tüketim kooperatifinin kuruluşunda bir numaralı üye oldu.

Tarımsal desteklemeler başlatıldı. Bir köylü vergisi olan aşar kaldırıldı.

Çiftçinin tohumluk ve damızlık hayvan gereksinmesini karşılamak amacıyla devlet çiftlikleri kurulmaya başlandı.

Tarımsal eğitim çalışmaları bağlamında öncelikle orta eğitim düzeyinde okullar açıldı. Tarımsal yüksek eğitim için de bir tarım üniversitesi olan Yüksek Ziraat Enstitüsü kuruldu. Bu enstitü, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin de ilk üniversitesi oldu.

Tarımsal araştırma-geliştirme etkinlikleri başlatıldı. Araştırma istasyonları ve enstitüleri kuruldu.

ATATÜRK TARIM POLİTİKALARININ ÜRETİME YANSIMALARI

Atatürk döneminde 1923–1929 yılları arasında tarımsal üretimin yıllık büyüme hızı yüzde 8.9’u bularak milli gelir büyüme hızını (yüzde 8.6) geçti.

1930-1939 yılları arasında ise küresel kapitalizmin yaşadığı büyük buhranın olumsuzluğuna karşın, tarım kesimi büyümesini sürdürdü. Bu dönemde tarımda yıllık büyüme hızı yüzde 5.1 olarak gerçekleşti.

Gözlemlenen büyüme hızlarının buğday üretiminde ve hayvan sayısında yansıması ise şöyle oldu; 1923’de 0.972 milyon ton olan buğday üretimi 1939’da 3.636 milyon tona çıktı. 1923’de 15 milyon olan koyun sayısı 23 milyona, 4 milyon olan sığır sayısı ise 9 milyona ulaştı.

Tarımda ortaya çıkan bu olumlu gelişmelerde, tarıma yönelik olumlu politikaların fiyat ve vergi değişkenleri yoluyla çiftçiler lehine kaynak yaratılması, oluşturulan deneme ve araştırma istasyonları ile Anadolu’nun erkek nüfusunun yeniden toprağa dönmesine olanak veren barış ortamı rol oynadı.

Kısaca, Türk Mucizesi tarımda da gerçekleştirildi, tarımsal üretim arttı. Türkiye, öncelikle üç beyazda; un, şeker ve bezde dışa bağımlılıktan kurtulmaya başladı. Köylü üzerinde ağa ve beylerin egemenliği giderek azalma yoluna girdi. Bütün bunlar aynı zamanda ulusal birliğin güçlendirmesine de hizmet etti. Halkın devletine güveni arttı.

Bir sonraki yazımızda “Atatürk’ün Tarım Politikası Işığında Tarımsal Kooperatifçilik” konusunu irdeleyeceğiz.

* * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://odatv4.com/turk-mucizesini-nasil-gerceklestirecegiz-19112048.html