Nasıl Üniversite Olunur?
Ahmet Cemal – Cumhuriyet, 18.09.2008
Geçen haftaki yazının ardından, üniversite bizde ne ölçüde var, nasıl var veya hangi noktaya kadar var, hangi noktadan sonra yok, bunları kısaca da olsa tartışmamız gerekiyor. Hatta, bazı saptamalar karşımıza, "Bizde üniversite var mı?" gibi acımasız bir soru çıkartırsa, bu soruyu ve onu cevaplandırma yükümlülüğünü de göğüslemek ve üstlenmek zorundayız.
Hemen belirteyim ki, bugün yüzden fazla üniversitesinin bulunduğunu iftiharla söylediğimiz bir ülkede, yani ülkemizde, yukarıdaki türden sorular kulağa tuhaf gelebilir. Ayrıca, yüzden fazla gerçek anlamda üniversiteye sahip olmak, gerçekten çok büyük bir bilimsel kapasiteye, çok köklü bir bilim geleneğine sahip bulunmak anlamına gelir ve böyle bir kapasite, o ülkenin dünya sıralamasında çok yukarılara tırmanmasını sağlar.
Eğer bazı binalar ve tesisler inşa edip bunların ana giriş kapılarının üzerine " ... Üniversitesi" yazmak, başlarına 'Rektör' ve/veya "Dekan" unvanlarını taşıyan kişileri geçirmek, içlerini de profesör, doçent ve başkaca öğretim elemanlarıyla doldurmak, o mekanları üniversite kılmaya yetseydi, başka deyişle üniversite kurmak, bunca "biçimsel" ve dolayısıyla da kolay bir eylemle gerçekleşebilseydi, o zaman bu yıl tanık olduğumuz gibi ülkemizde bir yılda yirmiyi aşkın yeni üniversitenin açılmasını bile az görebilirdik.
Gelgelelim üniversiteyi üniversite kılmaya ne binaları ve tesisleri; ne de yöneticileri ve öğretim elemanları yeter. Bir üniversitenin "üniversite" olabilmesinin temel ve olmazsa olmaz koşulu, evrensel nitelikte bilimin ve bilginin üretildiği bir odak noktası olmasıdır. Başka deyişle, üniversite birincil olarak, ne bir meslek okuludur, ne de üretilmiş değil, fakat nakli bilgilerin öğrencilere aktarıla geldiği bir yerdir. Zaten örneğin "meslek okulu" ve "üniversite" arasındaki kavramsal ayrım, Batı'da bu yüzden ortaya çıkmıştır. Yine aynı nedenle, bugün Batı'nın " çok önemli bazı üniversiteleri için her şeyden önce bünyelerindeki felsefe fakülteleri ile övünmek, her fırsatta tanıtım amacıyla bu fakülteleri ön plana çıkarmak, köklü bir gelenektir. Üniversiteyi üniversite kılan temel niteliğin bilim ve bilgi üretimi olduğu göz önünde tutulduğunda, felsefe fakültelerine verilen önem de kendiliğinden anlaşılır: Felsefe, ele aldığı her konuyu "Nedir? sorusunu yönelterek özünde sorgulayan, bunun sonucu olarak da kavramlar aracılığıyla sürekli soru ve bilgi üreten daldır. Dolayısıyla felsefe, bilim ve bilgi üretiminin organik diyebileceğimiz temelidir.
Bu anlatılanlar ışığında üniversite hocası, birincil görevi mevcut "müfredat programlarını" sadece uygulamakla yetinen, araştırma yapmayan ya da belli "zorunlu" akademik unvanları bir defa aldıktan sonra, canı isterse artık emekliliğine kadar tek satır yayımlamadan sadece derslerine girip çıkan kişi değildir. Üniversite hocasını, "akademisyen"i hoca ve akademisyen kılan, onun mesleğinin basamaklarından çıktıkça artan bir araştırma, bilgi üretme ve öğrencilerini de böyle bir üretime ortak etme yükümlülüğünü daha en baştan üstlenmiş olmasıdır. Araştırma yapmayan, eser vermeyen, bilgi üretimi eylemini gerçekleştirmeyen bir üniversite hocası ve akademisyen kavramı, Batı'nın üniversite geleneğine yabancıdır, çünkü o iklimlerde bu gelenek, bilim geleneği gibi çok daha genel ve önemli bir gelenek temeline dayanır.
Öğrencilere, sanat kavramı konusunda kendi fikirlerini üretmelerine zemin hazırlayacak bir eğitimi ve fırsatları sunmadan, üniversite eğitiminde sadece sanatın uygulamasını öğretmek üzerinde odaklaşmak; insanın bütün eylemlerini içine alan "kültür" kavramından yola çıkan, eleştirel nitelikte bir kültür tarihi çalışmasını yeterince ya da hiç önemsemeyerek "üniversiteli" yetiştirilebileceğine inanmak; sadece bir arsa üstüne bina inşa etme uygulaması değil, fakat bundan çok daha geniş bir boyutta, uzamı doldurmanın estetiği diye nitelendirilebilecek bir mimarlık anlayışını tartışma konusu yapmaksızın, mimar yetiştirilebileceğini düşünmek ve nihayet, hangi alanda olursa olsun, önce eleştirel düşünme biçimini egemen kılmadan, temel amacı bilim, bilgi ve düşünce üretmek olan "üniversite" kavramının içinin doldurulabileceği yanılsamasına kapılmak bütün bunların "üniversite" ile hiçbir ilintisi yoktur ve her ortamda yapılması gereken şey, kapısında "üniversite" yazan kurumları sürekli olarak bu ölçütlerin süzgecinden geçirmektir.
acem20@hotmail.com
Tarımsal araştırmacılık çalışmalarına ait birikimler ve önemsenen belge ve bilgileri paylaşmak amacıyla hazırlandı. It was prepared with the aim of sharing the accumulation of agricultural research work and important documents and information. Yaşamda en gerçek yol gösterici, bilimdir. / The most real guide in life is science.
ZİRAAT MARŞI
Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine.
Milletin her kazancı, milletin kesesine.
Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine
Toprakla savaş için ziraat cephesine.
Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz.
Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder