Kaz Dağlarını, Vatanı Savunmak
Bir altın arama saldınsına uğradı ülkemiz. Yabancı şirketler, delik deşik ediyor topraklarımızı; özsuyunu emip, balını aldıktan sonra, korkunç bir posa bırakıyorlar geride. Bu saldırıya, yıllardır "dur!" demeye çalışıyor Bergama köylüleri. Dava açıp kazanıyorlar ama uygulanmıyor karar. Gizli bir düşman, perde indirmiş gözlere. Yasaları çıkaranlar, kuşkusuz seviyorlardır ülkelerini.
Cumhuriyet öncesinde, ayrıcalıklı yabancı şirketlerin, nasıl ülkenin altını üstüne getirdiğini, tarihte okumuşlardır en azından. Balya' da yıllarca gümüşlü kurşun çıkaran şirketin bıraktığı, ot bitmez ölü toprak, en aymazımızın bile kafasına "dank!" ettirecek gerçeklikte...
Yeni çıkarılan maden yasasıyla, ülkemizin her karışı ayrıcalıklarla şirketlere açılıyor. Sömürüye, vurguna açık bir Yasa bu, "Türkiye'nin alanı, 767 bin kilometrekare, bunun 155 bin kilometrekaresi ruhsatlandınldı madencilere. Yani, "ülkenin % 60'1, yabancıların elinde." (eski Orman Mühendisleri Odası Başkanı Salih Sönmezışık)
Yasanın çıkışından yaklaşık bir ay sonra, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Çanakkale' de dünyanın dev şirketleriyle bir bilgilendirme toplantısı düzenlemiş. Sunumlarla, Kaz dağının gizilgücü anlatılmış, koordinat vererek nerede altın, nerede hangi maden var açıklanmış. Toplantının ardından, bütün şirketler, Kaz Dağı'na hücum etmiş. 2004 yılında verilen ruhsat sayısı 21, bunun 14'ü altın arama ruhsatı... Kaz Dağları ve Madra Dağı çevre Platformu yürütme kurulu üyesi Salih Sönmezışık "Kaz Dağları savunması, vatan savunmasıdır" diyor. Orman Mühendisi Sönmezışık, gerçekten yöresini bilgilendiren, aydınlatan bir sönmez ışık. "Biz, nehirleri ve ırmakları kardeşimiz gibi severiz, siz de aynı sevgiyi gösterebilecek misiniz kardeşlerimize" der Seattle. "Beyaz adam, anası olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne alıp satacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. Onun bu ihtirasıdır ki, toprakları çölleştirecek ve her şeyi yiyip bitirecektir. ( ... )
"Beyaz adamın kurduğu kentlerde, huzur ve barış yoktur. O kentlerde, bir çiçeğin açarken çıkardığı tatlı sesler, bir kelebeğin kanat çırpışları duyulmaz... " (Melih Cevdet Anday, "Bir Vahşinin Mektubu")
Gelelim Kaz Dağlarını yağmalamaya kalkışan uygarlara(!) ...
Yalnız Türkiye' nin değil, tüm dünyanın varsıllığıdır Kaz Dağları. Dünya ekinini, sanatını emziren söylenceler anasıdır İda. İlyada'yı çamlarının dibinde yazmıştır Homeros.
Kucaklaşmış, bütünleşmiştir yöresinde yaşayanlarla Kaz Dağı. Dillerinde, düşlerinde, sevdalarındadır, Körfez halkının. Bir direnç, bir umut parıltısıdır Sarıkız doruğu her sabah. 906 çeşit bitkiyi besler yöre. Bunlardan 43'ü yalnızca Kaz Dağı’nda yetişir."Bin pınarlı İda" der, ona Homeros. O sulardır güzelleştiren zeytin ülkesini; ormana, zeytinliklere can veren...
Homeros, destanında: "Gül parmaklı şafak dağlara değdiğinde" diye başlar söze. Öyle yapalım biz de: Gül parmaklı şafak dağlara değdiğinde, mor yamaçları kımıldanır Kaz Dağı'nın; Beypınarı'nda; Beş Kardeşler' de, Pazareğrek'te, silkinip doğrulur, işbaşı eder Türkmenler. Ormanın nabzını tutan, her ağacın üstüne titreyen onlardır. Toprağın ve pınarların kardeşidirler. Kuytularda açan kır lalelerinin ürperişini, yapraklarının titreyişini duyarlar. Ovada, yamaçlarda buğulanır zeytin ormanı... Hasan Boğuldu, Sutüven, Çınarlıhan, Çörtükalan...
Uygar dünyanın uyanık geçinenleri, söylencelerinden hasatlar kaldırmış Kaz Dağı' nın. Ta Troya Savaşı'ndan beri, yörede gözleri... Sömürdükleri, soydukları yoksul ülkelerin kanları, kemikleri üstüne kurmuşlar kentleri! Uygarlıkları, tek dişi kalmış canavar...
Toprak satın almak isteyen Amerikan Başkanına: "Bir Vahşinin Mektubu" diye çevirilen Kızılderili reisi Seattle'ın mektubu, tüm uygar dediğimiz dünyaya insanlık dersi veren, yaşam dersi veren bir mektuptur. Keşke tüm eğitim kurumlarında okutulsa, özümsense o mektup. "Yazıdan önceki toplum" insanının ekin birikimi, dünyayı, yaşamı, kucaklayan bir birikim...
Hey Kaz Dağları'na, Madralara kazma vurmaya kalkışan kapitalizmin, kanlı paranın uşakları! Bizleri, Kemalizmin aydınlığından uzaklaştırıp, ortaçağ karanlığına sürüklemeye kalkışan işbirlikçiler! Kuvayı Milliye direnişini yaratan yöredir Ege. Yedi düvele karşı, Kurtuluş Savaşı kazanılan yer... Öldü mü sanırsınız Ayvalık'ta saldırganlara ilk kurşunu sıkanları? Bir gecede, Akbaş cephaneliğini Anadolu'ya taşıyan Kaymakam Köprülü Hamdi Bey’leri... Çanakkale'de 210 okkalık mermiyi sırtladığı gibi namluya süren, Ocean'ı denize gömen Manastırlı Koca Seyit'leri… Borazan Çavuş'ları…
Kaz Dağları ve Madra Dağı Çevre Platformu, "Altın aramaya hayır!" diyen tek yürek. Yürütme Kurulu üyesi, eski Orman Mühendisleri Odası Genel Başkanı Salih Sönmezışık, üyelerin tümü, "Bağımsızlık savaşçılarının torunları". "Kaz Dağları savunması, vatan savunmasıdır” diyorlar Kaymakam Hamdi Bey' ce, Koca Seyit' çe ne diyor Salih Sönmezışık: "Krize giren kapitalizm, geri kalmış ülkelerin kaynaklarını sömürmek istiyor. Bence Kaz Dağları'ndaki altın faaliyetleri, BOP projesinin Türkiye'deki yeni ayağı. Ha Ortadoğu'nun petrolü, ha İda'nın altını. Şöyle bir durum var; altın, yanında uranyum gibi çok stratejik bir maddeyle beraber çıkar. Uranyum altından daha değerlidir. (Cumhuriyet 30.3.08)
Gözü dönmüş altın arayıcılarını çarpar bu bilinç. Sönmezışıklar var oldukça, karartılamaz yaşam. Zeytin ülkesini karartmaya kalkışanlara gereken dersi verir Kaz Dağları, tek yürek. Kozak Yaylası, Bergama, Kanlı Kayalar, Şahin Kayası dişiyle tırnağıyla savunur yaşamı...
------------------------------------------------------------------------------------
Altın Madenciliği ve Kazdağları
Prof. Dr. Şinasi ESKİKAYA – ( Cumhuriyet, 21.08.2008 )
(Bilginlerin aydınlatamadığı toplumları başkaları aldatır. Marquis de Condorcet)
Bu yazıda, yer sorunu nedeniyle konunun bir bütün olarak ele alınıp enikonu incelenmesi mümkün olamayacaktır. Bu yüzden kendine özgü koşulları ve güncelliğinden dolayı sadece Kazdağları örneğine, orada da öneminden dolayı kısaca atık sorununa değinilecektir.
Altın madenciliğinin görünmeyen ve nedense hiç gündeme getirilmeyen yüzünde işin ekonomik boyutu, yani çıkarılan altının ne kadarının ülkeye kalacağı hususu vardır. Bu üzerinde önemle durulması gereken bir konudur. Çünkü, madenler bir defa vardır. Bu yadsınamaz gerçeğin doğal bir sonucu olarak da, madenlerin tüm gelirinin ülkede kalması büyük önem taşımaktadır. Madencilikte akılların sonradan başa gelmesi bir işe yaramaz. Burada yapılacak hatanın telafisi yoktur. Ne yazık ki halkımız, bu konuda henüz yeteri kadar bilinçlenmemiştir. O şimdilik siyanür'ü ve ağaç kesilmesi'ni handikap olarak görmekte ve onunla meşgul olmaktadır. Kendisi için altından bile daha kıymetli olup yaşamsal bir önem taşıyan su problemini gündemine bile alamamıştır. Kaldı ki, bir bakıma siyanürden bile daha önemli olabilen bir de atık problemi vardır ki henüz onun boyutunu da kavramış değildir.
Atık daha büyük sorun
Altın madenciliğinde ortaya çıkan atıkların zehirli (yani siyanürlü) olup olmaması veya zamanla siyanürün uçarak etkisiz hale geleceği iddiası, onların çok ciddi bir problem teşkil ettiği gerçeğini değiştirmez.
Sorunun büyüklüğü şuradan ileri gelmektedir: Tonda 5 gr. altın olan bir arazide, bu 5 gr. altın alındıktan sonra, geriye 999 kilo 995 gr. kazılmış ve siyanürlenmiş toprak kalmaktadır. Bu bir işe yaramayan atık, bir yerlere yığılmak, depolanmak zorundadır. Bu gerçek, çevre açısından düşünüldüğünde siyanürden bile daha büyük bir sorun teşkil eder.
Kazdağları'nda da durum aynıdır. Şimdiki safhada herkes, madencilik faaliyetinin başlama anındaki ağaç kesimlerini gündeme getirmekte, faaliyet bittikten sonraki durumu hayal bile edememektedir. İşin en üzüntü veren tarafı da, halkın yanında yer alması gereken devlet yetkililerinin, böyle davranmak yerine, tam tersi bir tutumla, altın madencilerine (yabancı şirketlere) destek çıkmaları, hatta onları, kendilerinden bile daha şiddetle savunmalarıdır. Tipik bir örnek vermek gerekirse, Kazdağları olayı ilk gündeme geldiğinde yöreye gelen bir yetkili: "Bu bir arama faaliyeti, işletme değil ki" diye, olayı küçültmeye çalışmıştı. Halbuki her arama faaliyetini, maden varlığı tespit edildiğinde, bir işletme talebi takip eder. Böyle bir talep karşısında, arama iznini vermiş olan yetkililer acaba hangi gerekçe ile işletme iznini vermemezlik edebileceklerdir ki?
Halkın göremediği gerçek
Ben de şimdi sayın yetkilinin bu düşünce sistemini ödünç alarak, onunkine benzer bir yorumu atıklar için yapmak istiyorum:
"Varsayalım ki aramalar sonucu Kazdağları 'nda 40 ton altın varlığı tespit edilmiş olsun. Bu altını çıkarmak için kazılması gereken toprak en azından, 8 milyon tondur (yaklaşık 5 milyon m3). Aynen, birbirinden çok uzak sondajların
Ne hazin ve şayan-ı dikkat bir durumdur ki, halk ne zaman tepki gösterse, karşılarında, bu işin asıl kaymağını yiyecek olan altın madencilerini (yabancı şirketleri) değil de, nedense, bazı kuruluşlar ile onların yöneticilerini bulmaktadır. Bunlar, söz konusu faaliyetlerini "ülke madenciliğini geliştirmek ve önünü açmak" iddiası ile sürdürmektedirler. Kulağa hoş gelen, bir de güzel slogan bulmuşlardır: "Zengin madenlerin fakir bekçileri olmayalım." Ama "bu zengin (!?) madenlerin gelirinin aslan payı kime gidiyormuş, bu faaliyet karşılığında nasıl bir doğa tahribatı oluyormuş", gibi hususlar, gene nedense hiç gündeme getirilmemektedir. Bu sloganı o kadar ustalıklı kullanmışlardır ki, bakanlara, başbakanlara, hatta cumhurbaşkanlarına bile söyletmeyi ve benimsetmeyi başarmışlardır. Bu "insanın içini gıcıklayan" güzel sözün karşısında ne Bergama durabilmiştir, ne Kışladağ ve ne de şimdi Kazdağları!..
Getirisi ülkede kalmalı
Bilinmesinde yarar olduğuna inandığım son bir husus daha var: Bu satırların yazarı bir maden mühendisi olup, ülkenin yeraltı servetlerinin en ekonomik şekilde ve hiç ziyan edilmeden çıkarılması ve halkın istifadesine sunulmasından yanadır. Bunu öğütleyip öğreterek yetiştirdiği öğrenci sayısı binlerle ifade edilebilir. Dolayısıyla madenciliğe karşı olması diye bir husus söz konusu bile olamaz. Ancak bu konuda iki kıstası vardır:
1- Bir madeni çıkarmakla elde edilecek fayda, uzun vadede, bu faaliyet dolayısıyla hasıl olacak çeşitli zararların toplamından daha fazla olmalıdır.
2- Asla ikinci bir şansın olmadığı, dolayısıyla kendilerinden ancak bir defa yararlanılabilen madenlerimizin işletilmesi, tüm getirisi ülkede kalacak ve halkın refahı için kullanılacak bir zihniyetle ele alınıp gerçekleştirilmelidir. "
----------------------------------------------------------------------------------------
Dünya halklarına Kaz Dağları için çağrı - Çanakkale Çevre Platformu
Cumhuriyet Gazetesi İstanbul Haber Servisi (29.08.2008) - Çanakkale Çevre Platformu, Kaz Dağları için SOS çağrısı yaptı. Kaz Dağları’nın bir avuç altın için kurban edilmemesi gerektiğini belirterek, "Kaz Dağları Dünya Kültür Mirası Listesi'nde olmalıdır" denildi.
Çanakkale Çevre Platformu tarafından yapılan açıklamada, tüm dünyaya seslenilerek, "Dünyanın rengi solmasın, suyu bulanmasın, oksijeni yok olmasın diyorsanız; çağrımız sizedir. İda ’yı çöle çevirmek isteyenlere siz de hayır deyin. Kaz Dağları insanlığın geçmişidir, bugünüdür, geleceğidir" değerlendirmesi yapıldı. Açıklamada, şu görüşlere yer verildi: "Tıpkı korsanların bir avuç altın için bir gemiyi batırdığı' gibi. Bunlar da günümüzün korsanlarıdır. Dört yıldır geceli gündüzlü sondaj faaliyeti sürdürdüler, bugün üretim aşamasındalar, İda Dağını yağmalıyorlar. İda Dağı’ nın eteklerinde yaşayan tüm canlılar ve insanlar sağlığını yitirecek, oksijen kaynağını yitirecek, endemik türler yok olacak, kültürel miras kaybolacak. Kaz Dağları, Çanakkale'dir, Türkiye'dir, Asya'dır, Avrupa' dır, Latin Amerika 'dır, Amerikadır, Afrika' dır. Kaz Dağları bütün dünyadır, Kaz Dağları kültür coğrafyasıdır. Kaz Dağları Homeros' tur, İlyada ‘dır, Odysseia' dır, Kaz Dağlaları Helen' dir, Paris ‘tir, Ahilleus ‘dur, Hektor’dur, Zeus’tur. Kaz Dağları İda’ dır, Olimpos'dur, Troya’dır. Onun için İda, dünya kültür mirası listesinde olmalıdır.
Eğer siz de Kaz Dağları tüm insanlığın ortak değeridir, yok edilemez diyorsanız, düşüncelerinizi Türkiye Cumhuriyeti" hükümetine iletin. bimer@basbakanlik.gov.tr, kulturvarlikmuze@kulturturizm.gov.tr …”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder