ZİRAAT MARŞI

Sürer, eker, biçeriz güvenip ötesine. Milletin her kazancı, milletin kesesine. Toplandık baş çiftçinin Atatürk'ün sesine Toprakla savaş için ziraat cephesine. Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz. Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüyüz.

7 Haziran 2024 Cuma

Sıcaklık verimlilik demektir / Rabianur Ağar

Sıcaklık verimlilik demektir / Rabianur Ağar

Dünya, aniden gelen yoğun sıcaklarla yaz mevsimine giriş yaptı. Mevsim normallerinin üstünde yaşanan sıcaklık, dünyayı ve Türkiye’yi nasıl etkileyecek? İklimbilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar anlattı

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığının açıklamasına göre sıcaklık 3 ila 8 derece mevsim normallerinin dışında artış gösterdi. Bakan Mehmet Özhaseki sosyal medya hesabından vatandaşları, “Sıcaklıkların yükselmesiyle birlikte, Meteoroloji Genel Müdürlüğümüzün verileri uyarınca; yaşlı ve kronik rahatsızlığı olan vatandaşlarımızın dikkatli ve tedbirli olmalarını istirham ediyorum. Ülkemizin akciğeri olan ormanlarımızda herhangi bir yangın meydana gelmemesi için vatandaşlarımızın duyarlı hareket etmelerini bekliyorum.” şeklinde uyardı.

Haziran ayına sıcak başladık. Peki Türkiye ve dünya, ani artış gösteren sıcaklardan endişelenmeli mi? İklimbilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar, mevsim normallerinin üstünde yaşanan sıcaklıktan korkulmaması gerektiğini söyledi. Yaşar, sıcaklığın beraberinde yağış getirdiğinin altını çizdi. Yaşanan sıcaklık ne kadar bunaltıcı olsa da tarımı büyük oranda iyi etkilediğini vurguladı.

SÜPER EL NİNO DEVAM EDİYOR

Prof. Dr. Yaşar, ‘Süper El Nino’nun etkisinin hala devam ettiğini söyledi ve şu ifadeleri ekledi:
“4 Temmuz 2023'te Dünya Meteoroloji Örgütü, 'Süper El Nino' geliyor diye duyurmuştu. Süper El Nino, deniz suyunun çok daha fazla ısınması demektir. Söyledikleri doğru çıktı. Deniz suyu, okyanusta yaklaşık iki derece daha ısındı. Bunlarla beraber şimdi hava sıcaklığı çok arttı. Süper El Nino, yaklaşık bir yıl sürer. Bu süreci yavaş yavaş tamamlıyoruz. Hatta 4 Temmuz 2023'te Süper El Nino geliyor dendikten sonra İzmir'de 23 Temmuz'da rekorlar kırıldı. Deniz suyunun derecesi 32.7'ye yükseldi. Arkadan da zaten son 43 yılın en sıcak temmuzunu yaşadık. Zaten bütün kışı da ılık geçirdik.”

SICAKTAN DEĞİL SOĞUKTAN KORKALIM’

Sıcaklığın beraberinde yağışı getirdiğini söyleyen Prof. Dr. Yaşar, sıcaktan korkmamak gerektiğini şöyle anlattı:

Tabi pek farkında değiliz ama Türkiye de çok güzel yağış aldı. Bakın sıcaklık demek yağış demektir. Sıcaktan korkmayalım soğuktan korkalım. Bu kış Ege Bölgesi'nin güneybatısındakiler dışındaki bütün kentler, çok güzel yağış aldı. Barajlar da bayağı yükseldi ve enerjimiz yeniden yüzde 14'lerden yüzde 28'lere çıktı. Bu çok ciddi bir enerji avantajıdır. Parasal olarak da ülkemizi rahatlatır. Ankara ve İstanbul'da zaten barajlar dolu. Süper El Nino ile sadece Türkiye'de değil dünyada da fazla yağış aldık. Dubai'de son 85 yılda en büyük yağışlar görüldü. Hala daha bazı yerlerde yağışlar devam ediyor. Sadece Doğu Asya'yı kötü etkiledi. Oraya kuraklık getirdi.”

ÜRETİCİLER BU HAVALARI BEKLİYORDU’

Sıcaklığın, daima verim getireceğini, kuraklığa çare olacağını söyleyen Prof. Dr. Yaşar şöyle konuştu:

Türkiye'ye bu yıl sıcaklık erken geldi evet. Ama şöyle bir şey de var 'biz böyle sıcak görmedik' diyenler hatalı söylemlerde bulunuyor. Bunlar olağan şeyler. Mesela İzmir, 1982 yılında haziran sıcaklık rekorunu kırdı. 41.3 dereceyle kırmıştı. Ama şimdi günümüzde bütün bunlardan korku iklimi yaratıyorlar. Sıcaktan korkmayın. Sıcaklık verimlilik demektir. Mesela şimdi bu yıl kirazlar berbat, onu söyleyeyim. Pamuk da aynı durumda. Normalde pamuk dikimi 20 Nisan gibi yapılır. Ama hala daha insanlar pamuk dikmeye çalışıyorlar. Bunun sebebi de mayısta gelen serinlik oldu. Sıcak varsa tarım vardır. Sıcak varsa verimlilik vardır. Üreticiler bu sıcağı bekliyordu.”

SOĞUMAK KURAKLIK GETİRİR

Prof. Dr. Yaşar, soğuk havanın neden kuraklık getirdiğini de şöyle açıkladı:

18 bin yıl önce buzullar erimeye başladığında dünya küresel ısınmaya girdi. 100 bin yılda bir dünya soğur ve ısınır. Dünya 18 bin yıldır ısınıyor. Zaman zaman soğumalar olur mu evet olur. 1992 yılında bir yanardağ patlaması oldu. Ne yağmur yağdı ne de başka bir şey vardı. Türkiye elektriği Bulgaristan'dan satın almak zorunda kaldı. 70'li yılların başı da çok fazla soğuktu. Biz İzmir'de temmuz ve ağustos ayında akşamüstü dışarıya kazakla çıkardık. Soğuma müthiş bir kuraklık getirmişti. Köyler arası su savaşı çıkmıştı. Neden soğumada kuraklık yaşadık? Buharlaşma olmadı. Buharlaşma olmayınca da yağmur da olmadı.”

60 YAŞ ÜSTÜNE UYARI

Şehirde yaşayan vatandaşlar için 18.00’a kadar evden çıkmayın uyarısı yapan Prof. Dr. Yaşar, su kullanımı için de önemli noktalara değindi:

Şehirde yaşayanlar için tabi bu sıcaklar zor geliyor. Şehir insanı çok soğuğu da sevmez, çok sıcağı da sevmez. Hep der ki 'Havalar 25-28 derece olsun gezelim ama üşümeyelim. Şehirdeki insanlar bu sıcakta sokağa çıkmasın. Özellikle 60-65 yaş üstü vatandaşlarımız, kronik hastalar, tansiyon hastaları bu sıcakta dışarı çıkmasın. Sabah 10.00'dan akşam 18.00'a kadar çıkmayalım. Günün en sıcak saatleri 16.00'da ölçülür. Bunu dikkat ederek evde oturalım. Burada biz kendimizi rahatlıkla koruyabiliriz. Ama tarım için bu sıcaklıklar olmazsa olmaz. Ayrıca suyumuzu koruyalım. Su olmazsa devlet olmaz. Bu verimlilikte üreticinin suya çok ihtiyacı olacak. Buna özen gösterelim.”

* * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/hava-neden-cok-sicak-hava-sicakliklari-normal-mi-turkiye-kuraklasiyor-mu-hava-sicakliklari-artacak-mi-475619

* * * * * * * * * * * * *

İklim değişikliği eylem planı yayınlandı: Türkiye'nin sanayi ve tarımı tehlikede / Rabianur Ağar

İklim değişikliği eylem planı yayınlandı: Türkiye'nin sanayi ve tarımı tehlikede / Rabianur Ağar

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, 2024-2030 yılları kapsamındaki 'İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı'nı yayınladı. İklimbilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar Aydınlık’a değerlendirdi.

Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, 2024-2030 yılları kapsamındaki "İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı"nı yayınladı. Kısa zamanda ses getiren planı, iklimbilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar Aydınlık’a değerlendirdi. Yaşar özellikle; emisyon ticareti, hayvancılık kaynaklı metan emisyonlarının azaltılması ve yutak alanların korunması maddeleri üzerinde durdu.
Avrupa Birliği (AB)’nin enerji azatlımı için Türkiye’ye baskı uyguladığını söyleyen Yaşar, İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı’nın en fazla sanayicileri zarara uğratacağını ve devletin sanayicilere yardım etmezse büyük bir iflasa yol açacağını söyledi. Sanayicilerin karşılaştığı bu yükün sebebi ise enerjinin azaltılması için teknolojik anlamda gelişmiş fabrikaların kurulması. Fakat Türkiye’de birçok fabrika, eski makinelerle üretim yapıyor…

AZ ENERJİYLE FAZLA ÜRÜN ÇIKARTACAK TEKNOLOJİ GEREK

İklimbilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar, söz konusu eylem planının sanayicilere vereceği zararı şöyle anlattı:

“İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı bazı yönlerden yapılması gereken şeyler. Ormanların korunması, sulak alanların korunması gibi maddeler var buralar çok iyi. Burada enerji azaltılacak diyorlar. Mesela Japonya bir birim enerji kullanırken biz dört birim enerji kullanıyorduk. Bu da bizim fabrikaların ne kadar eski olduğunun bir göstergesiydi. Eylem planının hedefinde şu var, öncelikle sanayideki bütün bu cihazların teknolojisinin yenilenmesi. Mümkün olduğunca çok az enerjide çok ürün ortaya çıkartılması.”

AB KENDİ KAFASINA GÖRE DÜZENLEME YAPIYOR’

Planda yer alan emisyon ticareti kurulmasının sebebini anlatan Prof. Dr. Yaşar şunları söyledi:
“Avrupa Birliği, insan kaynaklı küresel ısınmanın var olduğu konusunda oldukça ısrarlı. AB, fosil yakıtlardan emisyon ticaretinin kurulmasını istedi. Bizim bu eylem planının içinde de var. Bu fosil yakıtlardan uzaklaşmak demek. Karbon fiyatlandırma mekanizmaları düzenlenecek. Yani karbon kullanılan malzemelere ek vergi gelecek.
“Avrupa Birliği buna başladı ama şunu da yaptılar, nükleer enerji ile doğalgaz enerjisini yeşil enerji olarak kabul ettiler. Oysa doğalgaz fosil yakıt, nükleer ise yenilenebilir bir enerji bile değil. AB enerji komisyonu arasında bir çatışma çıktı. Polonya gibi eski ülkeler kömür kullanıyor. Bunun yanı sıra Fransa'nın enerjisinin yüzde 80'i nükleerden gelir. Ondan dolayı kendi kafalarına göre bir düzenleme yapıyorlar. Böylece aldıkları karar doğrultusunda yalnızca kömür üretenlerden vergi alacaklar.”

VERGİ ARTMASIN DİYE YAPILIYOR

Burada en çok Türkiye zarar görüyor. Çünkü bizim ana ticaretimiz AB ile. Biz, kurak dönemlerde fosil yakıtları kullanıyoruz. Böylece vergimiz çok artacak. Vergimiz artınca da ticaretimiz aksayacak. İşte bu meselenin önüne geçmek için emisyon ticareti kuruluyor. Yani artık bu meselelere inanmasak da yapacağız. Almanya sürekli Türkiye'ye fosil yakıtı indirin diyor. Ama yıl 2024 bizim yıllık fosil yakıtımız 550 milyon metreküp, Almanya'nın 850 milyon metreküp.”

PLAN HAYVANCILIĞI BİTİRMEYİ HEDEFLİYOR

Prof. Dr. Yaşar, Planda göze çarpan noktanın hayvancılık kaynaklı metan emisyonlarının azaltılması olduğunu söyledi. Yaşar hayvancılığın hedef alındığını belirterek şu ifadeleri kaydetti:

“Bu eylem planında enteresan bulduğum şey şu oldu: Hayvancılık kaynaklı metan emisyonların azaltılması. Ben burayı gerçekten hiç anlamadım. Yapay ete ve yapay süte geçiş yapmak için bunu yapıyorlar. Zaten üretimde büyük sorunlarımız vardı. Daha büyük bir sorun oluşacak. Bir de efendim bu hayvanlar gaz çıkartarak havayı ısıtıyorlar. Dünyada 8-9 milyar insan var, onlar da gaz çıkartıyor. Ne yapalım insanların yarısını da mı keselim? Bu çok saçma sapan bir durum.
“Türkiye'nin programında böyle bir maddenin yer almasını ben çok yadırgadım. Havaya atılan bütün gazların mutlaka bir kullanıcısı vardır. Yani siz havaya ne atarsanız o gaz bir canlı tarafından kullanılır. Doğanın kendi düzenidir bu. Yok hayvan gazı dünyaya zarar veriyormuş, yok böyle bir şey. Bu tamamen ticari!”

GÖLLER BÖLGESİ ÇÖLLER BÖLGESİNE DÖNÜŞTÜ’

Yutak alanların korunması yani Türkiye’nin yer altı ve yer üstü sularının korunması da söz konusu eylem planının maddeleri arasında. Prof. Dr. Yaşar bu maddeyle ilgili de şu bilgileri verdi:
“Dikkatimi çeken başka önemli konu da şu; 'İklim değişikliğini engellemek için yutak alanların korunması' yani sulak alanların korunmasından bahsediyorlar. Orman falan sanıyorlar ama yutak alanlar okyanuslar, denizler, göllerdir. Havadaki karbonun yüzde 95'ini bunlar çeker. Biz yutak alanların korunması lazım diyoruz ama göller bölgesini çöller bölgesine çevirdik. Yanlış tarım politikaları sebebiyle yutak alanlarımızı kaybediyoruz. Yutak alanlar gittikçe emisyon ölçeği de artıyor. Bilinçli gübre kullanımı sağlanması, doğayla uygun tarım ürünlerini üretmek lazım.”

1 KİLO ELMAYA 1 LİTRE SU

Prof. Dr. Yaşar, Türkiye’nin yanlış tarım politikası uyguladığını da hatırlatarak elma ile armudun sakladığı sırrı da şöyle açıkladı:
“Türkiye'de 25 tarım havzası var. Bu 25 havzasını Tarım ve Orman Bakanlığı her yıl yağışa ve su potansiyeline göre ürün belirlemek durumdadır. Örneğin geçen yıl İspanya; elma, armut gibi çok fazla su isteyen bitkileri yasakladı. Çünkü bu ürünler bir kiloya günde 1 litre su ister. İspanya elma, armut ağaçlarının kurumayacağı şeklinde su verilmesini istedi. Yani biz de 1-2 sene elma, armut yemeyebiliriz. Biz ne yaptık 2020 yılında, 4.3 milyon ton elma ürettik. Yani biz her gün 4.3 milyon ton su vermişiz bu elmalara. Bu suyun yüzde 80'ini yer altından vermişiz. Böylece yer altından verdikçe bu suyu bu kuyuların su kaynağı da göllerdir. Böylece göllerde de su kalmıyor. O sene biz 180 milyon dolar elma ihracatı yapmışız. Bunu gururlu bir şekilde söylediler ancak bunun özü şu, biz bedavaya su ihracatı yaptık. Adam kendi ülkesinde bunu üretmiyor. Dışarıdan elma, armut alıyor. Senden çok daha fazla kâr etmiş oluyor.”

* * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/iklim-degisikligi-eylem-plani-yayinlandi-turkiyenin-sanayi-ve-tarimi-tehlikede-469108

* * * * * * * * * * * *

İklim değişikliği söylemiyle ekonomik savaş / PROF. DR. DOĞAN YAŞAR

 İklim değişikliği söylemiyle ekonomik savaş / PROF. DR. DOĞAN YAŞAR

28. ABD Başkanı Trump 2018 Kasımı’nda “Ben insan kaynaklı küresel ısınmaya inanacak kadar aptal değilim.” demişti.

Hemen ardından aralık başında da Beyaz Saray Sözcüsü, Almanya ve İngiltere’ye yönelik olarak “Küresel ısınmanın insandan kaynaklandığını artık ispatlayın.” ifadelerini kullanmıştı.

G7 ve diğer zengin ülkeler, zenginliklerini fosil yakıtlara borçludur. Hâlâ ciddi miktarda fosil yakıt kullanmaya devam ediyorlar. Küresel salgın döneminde G20 ülkeleri, enerjiye yatırdıkları 653 milyar doların 300 milyar dolarını fosil yakıtlara ayırmışlardır. Bu dönemde dünyada emisyon doğal olarak artmıştır. Üstelik nükleer ve doğalgaz yeşil enerji sınıfına sokulmuştur. Tüm bunlar ekonomik savaş olarak yapılmaktadır

KOLOMBİYA'DAN NİYE ÇOK KÖMÜR ALIYORUZ?

Tüm bunların başlangıcı 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde yapılan ve o dönemki ABD Başkanı Bill Clinton’un “Artık insan kaynaklı küresel ısınmaya dur diyeceğiz.” cümlesi ile ön imzaların atıldığı yıllara gider. Başkan Clinton, ABD’ye döndüğü an üniversitelerin “Biz 18 bin yıldan bu yana doğal olarak küresel ısınmadayız, insan kaynaklı küresel ısınmanın olduğunu kim söyledi?” çıkışları ile Kyoto bayrağını hemen bırakmıştı. Ancak Almanya ve İngiltere bu bayrağı alarak yeniden” insan kaynaklı küresel ısınma olduğunu” iddia etmeye başladı.

Fosil yakıtlara karşı olduğunu her fırsatta söyleyen ve sürekli olarak fosil yakıt kullanmayın tavsiyesinde bulunan Almanya, bize 2004 yılında Mersin’de anahtar teslimi bir termik santral hediye etmişti. Küçücük bir şartı vardı. Bu santralın kömürü Almanya’ya çok büyük borcu olan ve kömüründen başka satacak bir kaynağı olmayan Kolombiya’dan ithal edilecekti.

Ve neredeyse 20 yıldan beri kömürümüzün yaklaşık yüzde 40’ını bu ülkeden ithal ediyoruz. Bu sayede Almanya da Kolombiya’dan alacaklarını tahsil ediyor. Yine Almanya 2005 yılında karbon borsası kurulmasını ve her ülkeye bir kota verilmesini önermişti. Kotasını dolduramayan ülkeler emisyon haklarını zengin ülkelere satabilecekti. Her zaman şu soruyu sordum “Hiç dünyanın sonunu getirecek bir gazın borsası mı olur Allah aşkına?” Ve 2006 yılında İngiltere ve Almanya’nın sposorluğunda yapılan ve Oscar ödülü alan “Uygunsuz Gerçek” filminin gösterimi, İngiltere’de bilime aykırı olduğu nedeniyle mahkeme kararı ile yasaklanmıştı.

Büyük ülkeler işlerine geldiği zaman fosil yakıtları cici gaz, gelmediği zaman kötü gaz olarak adlandırmaktan vazgeçsinler ve eğer gerçekten insan kaynaklı küresel ısınma olduğunu iddia ediyorlarsa en azından bizim seviyemize düşürsünler.

KÜRESEL SALGINDA EMİSYONLAR ARTTI

Dünyada emisyonun yüzde 70 kadarını ABD ve Çin başta olmak üzere 10 civarında ülke atmaktadır. Yani eğer insan kaynaklı küresel ısınma olduğunu iddia ediyorlarsa, emisyonlarını bu ülkelerin indirmesi gerekir. Türkiye 2021 yılında 564 milyon ton emisyona sahip iken, bize 1997 yılından beri emisyonunuzu azaltın diyen ve aynı nüfusa sahip olduğumuz Almanya ise 850 milyon ton ile Türkiye’den çok daha fazla emisyona sahipti. Ve eğer gerçekten insan kaynaklı küresel ısınma olduğunu iddia ediyorsa, emisyonlarını önce Türkiye’nin seviyesine düşürmesi gerekmiyor mu? Çünkü bugün başta G7 ve diğer zengin ülkeler zenginliklerini fosil yakıtlara borçludurlar. Hâlâ ciddi miktarda, her ne kadar tersini iddia ediyorlarsa da, fosil yakıt kullanmaya devam ediyorlar. Özellikle 2021 yılında başlayan kuraklık nedeni ile Hidroelelktrik Santralleri (HES) barajlarının boşalması sonucu kömür 60 dolardan 400 dolara, doğalgaz 120 dolardan 2 binlere, petrol ise 25 dolardan 100 dolara fırlamıştır. Ve pandemi dönemindeki iki yılda G20’ler enerjiye yatırdıkları 653 milyar doların 300 milyar dolarını fosil yakıtlara ayırmışlardır. Ve bu dönemde dünyada emisyon doğal olarak artmıştır. Geçen yıl, Avrupa Birliği (AB)’nde yapılan toplantılarda başta Fransa gibi enerjisinin çok büyük çoğunluğunu nükleerden elde eden ülkelerin ısrarı ile nükleer enerji, yeşil enerji olarak kabul edilmiştir. Daha sonra doğalgaz da yeşil enerji olarak kabul edilerek, şu an AB’de kömür tek fosil yakıt olarak kalmıştır. Ve bundan sonra kömür ile üretim yapan ülkelere ciddi yaptırımlar ya da ek vergiler öngörülmektedir. Özellikle Çin gibi enerjisinin yüzde 55’ini fosil yakıtlardan sağlayan ülkeleri zor günler bekliyor. Tabiî ticaretini büyük oranda AB ile yapan Türkiye’yi de zor günler beklemekte. Halen iklim değişikliği konusunda bir kanun teklifi hazırlanmakta. Söz konusu bu kanun tamamen AB’nin istediği doğrultusunda hazırlanmıştır ki doğru bir karardır. Çünkü bu kanunların kabul edilmesi oradaki maddeleri hemen uygulamaya sokulacak anlamına gelmediğini 2009 yılında kabul ettiğimiz Kyoto Antlaşması'nda da gördük. Bu yıllarda emisyon indirme için kabul ettiğimiz bu antlaşmanın tam tersini yaparak emisyonumuzu arttırmıştık.

'KİM ARTIRIYORSA O İNDİRSİN'

Özetle, komik bir şekilde nükleer ve doğalgazın da yeşil enerji sınıfına sokulması tüm bunların tamamen ekonomik savaş nedeni yapıldığının göstergesidir. Gerek başarısızlıkla sonuçlanan ve onun devamı olan Paris İklim Antlaşmaları, aslında dünyanın şu ana kadar yapılmaya çalışılan gelmiş geçmiş en büyük ticaret antlaşmasıdır.

Geçen aylarda da Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kim artırıyorsa o indirsin” diyerek -ki 2000’li yıllardan beri benim de söylediğim bir cümledir- bu konuda Türkiye’nin tavrını ortaya koymuştur. Ve yine 2021 yılı Nisan ayında ABD önderliğinde yapılan ve 40 ülke liderinin katıldığı toplantıda ABD 2050 yılında emisyonunu sıfıra, Çin de 2060 yılında sıfıra indireceğini, Türkiye ise çok daha mantıklı bir yaklaşımla 2030 yılında yüzde 21 gibi bir orana düşürebileceğini ifade etmiştir.

Yani diyoruz ki, büyük ülkeler işlerine geldiği zaman fosil yakıtları cici gaz, gelmediği zaman kötü gaz olarak adlandırmaktan vazgeçsinler ve eğer gerçekten insan kaynaklı küresel ısınma olduğunu iddia ediyorlarsa en azından bizim seviyemize düşürsünler.

ISINMADAN DEĞİL SOĞUMADAN KORKUN

İklim bilimciler oşinograflardır. Denizden alınan sediman ya da buzullardan alınan örneklerde çalışmalar yapılarak geçmiş hakkında tüm iklimsel değişimler saptanır. Her bir kuru gramda yaklaşık 400 bin fosilin incelenmesi ile geçmişte karadaki bitki örtülerine kadar tüm her şey saptanabilir. Benim doktora konum kısaca “Son 18 bin yıldaki iklimsel değişimlerdir” ve Ege Denizi'nden alınan sediman örnekleri ile yapılmıştır. Örneğin, 2004 yılında başta TRT olmak üzere katıldığım programlarda, 2007-2008’li yıllarda havanın soğuyacağını ve bu nedenle kurak bir dönem yaşayacağımızı ancak asıl kuraklığın 2020’den sonra geleceğini defalarca anlattım. Ve 2008 yılında sıcaklıkların düşüşü ile birlikte ciddi bir kurak döneme ve tüm dünyayla birlikte ekonomik krize girdik. Çünkü soğuma demek kuraklık demektir ve bu da ekonomik kriz demektir. Ve yine 2021 yılına geldiğimizde Mart ayında başlayan soğuma ile birlikte yağışlar kesildi ve Türkiye’de yüzde 26 olan HES elektrik üretimi yüzde 12’lere gerileyince fosil yakıtlara yönelmek zorunda kaldık. Yalnızca biz değil tüm dünya fosil yakıtlara yöneldi. Bir anda kömür fiyatları 7’ye, petrol 4’e ve doğalgaz da 120’den 2 bin dolarlara kadar fırladı. Ve hemen ardından tarımda da büyük verimlilik kaybı oldu. Dünya gıda indeksi tüm zamanların rekorunu kırdı. Özetle ısınmadan değil soğumadan korkulur.

Ayrıca küresel ısınma dönemleri yağmur çağlarıdır ve üretimin bol olduğu yıllardır. Örneğin 1970-1979 arası yıllık ortalama yağış 609 kilogram iken ısınmanın şiddetlendiği 2010-2019 arası 630 kilograma çıkmıştır (MGM). Yani küresel ısınma küresel kuraklık getirir demek hurafedir. Dünyanın yazılı tarihe geçtiği Gılgamış’tan günümüze geçen 4 bin 700 yılda çıkan 15 bin savaş, çatışma, göçün gerçek nedeni soğuma sonucu oluşan kuraklıklardır. İklimler, ortalama onar yıllıktan başlayarak milyonlarca yıllık dönemler halinde değişim gösteren ve dolayısı ile dünyada başta su olmak üzere, tarım, balıkçılık ve enerjiyi kontrol eden doğa olaylarıdır. Söz konusu bu değişimlerin ana nedenleri ise levhaların hareketi, dünyanın dönüş parametreleri ve güneşten gelen enerjideki değişimlerdir. Tüm bu değişimler, iklimlerin gerek uzun gerekse kısa dönemler içerisinde, kurak ve yağışlı döngüler halinde değişim göstermesine neden olurlar. Bu döngülerden en kısa sürelisi, ortalama 15-20 yıl civarında olup, bu sürenin 7 ile 10 yılı yağışlı (bölgesel ortalamaların üzerinde) ve 7 ile 10 yılı da kurak (bölgesel ortalamaların altında) olarak geçmektedir.

SONUÇ

İklimler sürekli ısınma ve soğuma döngüleri halinde hareket eden doğa olaylarıdır. Bu ısınma-soğuma döngüleri sonucu oluşan iklim değişiklikleri ise başta su olmak üzere, tarım, balıkçılık ve enerji konularında insan yaşamını doğrudan pozitif ya da negatif yönde etkilerler. Isınma dönemlerinde verimliliğin arttığı soğuma dönemlerinde ise azaldığı ve soğuma dönemlerinin insan yaşamını hep olumsuz etkilediği görülmektedir. Tüm bu değişimleri avantaja dönüştürebilmek için yapılması gerekenler aşağıda sıralanmıştır:

1- Tarım için gerekli suların barajlardan tarlalara kapalı sistemle ulaştırılması ve tarlalarda damlama/yağmurlama sulama sistemine geçilmesi gerekir. Çünkü gelişmiş ülkelerde suyun yüzde 40’ı tarımda kullanılırken Türkiye’de bu oran vahşi sulama nedeni ile yüzde 80 gibi devasa boyutlardadır. Vahşi sulama aynı zamanda verimli tarım topraklarında erozyona neden olmaktadır.
2- Yeraltı suları kesinlikle kontrol altına alınmalı ve zorunlu haller dışında en üst akiferden su kullanımına izin verilmelidir.
3- Tarım ürün desenleri, iklimsel değişimlere göre, devlet tarafından belirlenmelidir.
4- Su kullanan sanayi, tarım alanları dışındaki suyun bol olduğu bölgelere yönlendirilmelidir.
5- Yeraltı barajlarının planlanması şarttır.
6- Şehirlerde kanalizasyon sistemleri ile yağmur suyu sistemleri ayrılmalı ve toplanan yağmur suları yeniden barajlara ya da yapılacak olan göletlere yönlendirilmelidir.
7- Arıtma tesislerinden arıtılan sular tarımda kullanılmalıdır.
8- Şehir şebekelerinde kayıp kaçak oranları düşürülmeli ve sular çok daha dikkatli kullanılmalıdır. Örneğin ABD, Pinatubo yanardağının patlaması sonucu sıcaklığın 0,5 derece gibi düşmesi nedeni ile artan 1992 kuraklığında rezervuarlarını 1,5 litre kadar küçültmüştür.

* * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/iklim-degisikligi-soylemiyle-ekonomik-savas-iklim-kanunu-417899

* * * * * * * * * * * *




El Nino gidiyor La Nina geliyor! Uzman isim uyardı / Nurullah Aydın

 El Nino gidiyor La Nina geliyor! Uzman isim uyardı / Nurullah Aydın


Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar açıkladı. El Nino gidiyor La Nina geliyor. İşte konu hakkında merak edilenler...

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, okyanusların çok ısınması anlamına gelen El Nino'nun halen devam ettiğini ancak yavaş yavaş etkisini kaybettiği belirtip, "Bunun arkasından 'La Nina' gelecektir ve soğumaya dönüş olacaktır" dedi.

Meteoroloji 2'nci Bölge Müdürlüğü Tahmin ve Erken Uyarı Merkezi tarafından yapılan açıklamada, mevsim normalleri civarında seyreden hava sıcaklıklarının, Ege Bölgesi genelinde artarak, 5 Haziran Çarşamba gününe kadar kıyı kesimlerde mevsim normallerinin 1 ila 3 derece, iç kesimlerde ise 4 ila 8 derece üzerine çıkması beklendiği bildirildi. İl merkezlerinde görülecek en düşük ve en yüksek hava sıcaklıklarının İzmir'de 31-35, Aydın'da 36-41, Çanakkale'de 29-35, Balıkesir'de 34-40, Manisa'da 35-41 derece olacağı belirtildi.

'SICAKLARDAN KORKMAYACAĞIZ'

Bu yıl mayıs ayında havaların biraz serin geçtiğine dikkat çeken TÜBA Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, "Özellikle tarımla uğraşanlar yeteri kadar sıcak olmadığı için şikayetçi. Ama şu an yeniden toparlandı, sıcaklıklar başladı. Sıcaklığın artması tarım ile uğraşanlar açısından çok güzel bir haber. Rekorlar kırılır mı? Mesela İzmir'de haziran rekoru 44.3 derece. Bu rekorun kırılacağını pek sanmıyorum. Belki Aydın çok daha sıcak olabilir ki zaten Türkiye'nin 2'nci en sıcak ilidir. İzmir ve diğer bölgeler yaklaşık 31-35 arası verirken, Aydın 41 gibi sıcaklar veriyor" diye konuştu.

"Sıcaklardan korkmayacağız" diyen Prof. Dr. Yaşar, "Sıcaklık arttıkça tarım ürünleri artar, yağışlar da artar, keyif de artar. Ancak, bizler, biraz sıcaklardan etkileniriz. Çok sıcaklarda özellikle saat 10.00 ile 17.00 arasında yaşlılar, tansiyon hastaları dışarı çıkmamalı. İşleri varsa da bu saatler dışında ayarlamalılar. Sağlık açısından kendimizi koruduğumuz sürece sıcaklıkların avantajı çok büyük" ifadelerini kullandı.

'YAVAŞ YAVAŞ HAVA SICAKLIKLARI TEKRAR NORMALE DÖNECEKTİR'

Geçen sene 'Süper El Nino' yaşandığını hatırlatan Prof. Dr. Yaşar, "Hala onun etkileri devam ediyor. 'Süper El Nino' okyanusların çok çok ısınması demek. Deniz suyu yaklaşık 2 derece kadar ısındı. Bu nedenle havalar çok sıcak geçti. Mesela geçtiğimiz nisan ayı 4.3 derece ile ortalamaların üstünde geçti. Yaklaşık olarak 16.3 derecelere çıktı ki Türkiye'de nisan ortalama sıcaklığı 12 derecelerdedir. Olağanüstü sıcak geçti ama artık 1 yıla yaklaşıyoruz 'Süper El Nino' yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Bunun arkasından 'La Nina' gelecektir. Şu anda bu sıcaklığa aldanmayalım. Yavaş yavaş hava sıcaklıkları tekrar normale dönecektir. Bu yaz sıcaklık rekorları kırılabileceğine pek katılmıyorum. 'Süper El Nino' devam ederse olabilir ama büyük ihtimalle 'La Nina' yani soğumaya dönüş olacaktır" dedi.

ÇOK SICAK DÖNEMLERİN SONUNA GELİYORUZ’

Prof. Dr. Yaşar, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Geçtiğimiz sene Dünya Meteoroloji Örgütü 4 Temmuz'da 'Süper El Nino olabilir' diye bir uyarı yapmıştı ki zaten gerçekleşti. Hatta 23 Temmuz'da Türkiye'de, İzmir'de 32.3 ile deniz suyu sıcaklık rekoru kırıldı. Çok ciddi bir rakam. Bu yıl şu anda herhangi bir şey yok. Hatta serin bile gidiyor. Şu an denize gidenler 'Üşüyoruz' diyorlar. 

Evet bu doğal bir şey. Yani artık 'Süper El Nino'nun yani çok sıcak dönemlerin sonuna geliyoruz. Yeniden mevsim normaline doğru bir hareket başladı. Büyük olasılıkla 'La Nina' başlayacaktır, hava soğuyacaktır."

* * * * * * * * * * * * * *

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/fotogaleri/el-nino-gidiyor-la-nina-geliyor-uzman-isim-uyardi-475083

* * * * * * * * * * * * * *

Sahra tozu geliyor! Profesör doktordan hayat kurtarıcı tavsiye / Samet Can Kocagür


Bahar alerjisi olanlar dikkat: Sahra tozu geliyor! Profesör doktordan hayat kurtarıcı tavsiye / Samet Can Kocagür

Bahar alerjisi olanlar için iklim bilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar'dan hayat kurtaracak tavsiye geldi. Yaşar, Sahra Çölü'nden Türkiye'ye yoğun toz taşınımı beklendiğini ifade ederek maske kullanımı uyarısında bulundu.

İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi'nden (DEÜ) Prof. Dr. Doğan Yaşar, Sahra Çölü'nden Türkiye'ye yoğun toz taşınımı beklendiğini belirtip, "Bu dönem 'bahar alerjisi' dediğimiz kuru öksürük ve hapşırık gibi semptomlar görülür. Akciğer rahatsızlıkları bulunanlar, mutlaka 3 hafta boyunca bulabiliyorlarsa; partikül tutucu maske takmalı. Bulamıyorlarsa normal maske kullanmalı" dedi.

SAHRA TOZU GELİYOR

Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Öğretim Üyesi, İklim Bilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar, meteorolojik değerlendirmelere göre, Sahra Çölü üzerinden mart ayı sonu itibarıyla Türkiye'ye toz taşınımı beklendiğini söyledi. Prof. Dr. Yaşar, "Her yıl 2 milyar ton toz, çöllerden taşınıyor. Bu tozlar, doğayı gübreliyor. Doğanın besin kaynağı. Buna 'tabakalı silikat' diyoruz. Sürekli çöllerden tozlar gelir ancak mart ayının sonundan nisan ayının son haftasına kadar yoğun taşınım olur. Pazartesi ve salıdan itibaren çok yoğun bir döneme giriyoruz. Şu an ülkemize demir yüklü kırmızı renkli çöl tozları, yoğun olarak gelecektir. Doğayı da çok daha fazla canlandıracaktır" dedi.

12 MİLYAR POLEN ÜRETİYOR!

Çöl tozlarıyla beraber yaşanabilecek polen sorununa da dikkat çeken Prof. Dr. Yaşar, "Bir tek çam ağacı, 12 milyar polen üretir. Böylece bu dönem havada, polen çok yoğun miktarda çoğalır. Bunu içimize çektiğimiz zaman rahatsızlıklar yaşanır. Özellikle astım gibi akciğer hastalıklarına sahip kişiler için tehlikelidir. Bu dönem 'bahar alerjisi' dediğimiz kuru öksürük ve hapşırık gibi semptomlar görülür. Akciğer rahatsızlıkları bulunanlar, mutlaka 3 hafta boyunca bulabiliyorlarsa; partikül tutucu maske takmalı. Bulamıyorlarsa normal maske kullanmalı" dedi.

ENDİŞEYE MAHAL YOK

Çöl tozlarının havada aşırı miktarda yoğunlaşacağını hatırlatan Prof. Dr. Yaşar, bu dönem kırmızı renkli tabakalı silikat nedeniyle araçların üzerinin çamura bulanacağını kaydetti. Prof. Dr. Yaşar, "Çöl tozları ne kadar fazla olursa, o kadar güzel. Tarımda verimlilik elde ederiz. Tarım için iyi ancak sağlık açısında da tehlikeli bir dönem, dikkat etmeli. Korkulacak bir şey yok" diye konuştu.

* * * * * * * * * * * * * * 

Kaynak: https://www.aydinlik.com.tr/haber/bahar-alerjisi-olanlar-dikkat-sahra-tozu-geliyor-profesor-doktordan-hayat-kurtarici-tavsiye-462127

* * * * * * * * * * * * * *

22 Şubat 2024 Perşembe

ZİRAAT YÜKSEK MÜHENDİSİ KADİR ÇETİNKOL AĞABEYİMİZİ SONSUZLUĞA UĞURLADIK / ATİLA GİRGİN

 


SARAYKÖY'ÜMÜZÜN DEĞERLİ EVLATLARINDAN, 68 GENÇLİK KUŞAĞININ YİĞİT EVLADI, YURTSEVERLİK ABİDESİ, YILLARCA ÇUKUROVAD'A ÜLKE TARIMINA ÇİFTÇİ EĞİTİM SERVİSLERİ KANALIYLA YAPTIĞI HİZMETLERLE KATKILAR SUNAN, ADANA ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASI ESKİ BAŞKANLARINDAN, TMMOB ZİRAAT MÜHENDİSLERİ ODASININ DEĞİŞİK KADEMELERİNDEKİ ETKİN ÜYELERİNDEN SEVGİLİ KADİR ÇETİNKOL AĞABEYİMİZİ 20 ŞUBAT 2024 TARİHİNDE SONSUZLUĞA UĞURLADIK.
SEVGİLİ AĞABEYİMİZİ ANILARIMIZDAKİ EŞSİZ YERİYLE HER DAİM ANIMSAYACAĞIZ.
RAHMET, SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYORUZ,
TOPRAĞI BOL, CENNET MEKANI OLSUN............


20 Aralık 2023 Çarşamba

Köy Enstitülerinin gücü / Bilsay Kuruç

 Köy Enstitülerinin gücü / Bilsay Kuruç

KAYNAK: cumhuriyet.com.tr / Bilsay Kuruç – Köy Enstitülerinin gücü

Toplumların değişik “tarih zamanlar” içindeki mücadeleleri demokratik devrimi öğretebilir. Mustafa Kemal, Mudanya Mütarekesi ile “sivil siyaset yolu”nu açtı. Lozan’dan geçerek toplumu Cumhuriyete ulaştırdı. 20. yüzyıla ayak basıldı. Büyük bir demokratik devrimdi; geri kalmışlığın katılaşmış kalın kabuğunu kıracaktı.

Cumhuriyet, 13 milyonluk basit köylüler ülkesinde kuruldu. Sadece basit tarım yapabilen, “kerpicinin içinde” yaşayan köylüler. Mustafa Kemal’in ilk sözü: “Müstahsil (üretici) köylü efendimizdir!”. İşin özünü söylüyor: Köylüyü “kerpicinden” çıkararak çiftçi yapabilmek. Köy, toprak, tarımın iç içe bir bütün olduğunu bilerek ilerleyebilmek.

Köylüler (büyük kitle) güçsüzdür. Gücün sahipleri büyük topraklılar, eşraf, tüccardır. Ekonomide, siyasette büyük farkla öndedirler, müttefiktirler. Cumhuriyet 1924’te Köy Kanunu’nu çıkarıyor, köy konuşsun istiyor. Ancak, duyulan ses, büyük topraklıların, zengin çiftçininkidir. Osmanlı’dan devralınan (onun Bizans’tan aldığı) prekapitalist rejimde ortakçı, yarıcı, maraba, toprak işçisi vardır. Sessizdirler.  

Cumhuriyet, 1927 ve 1929’un yasaları ile toprak dağıtma adımı atar. “Müttefikler” tepkilidir. 1932’de “eşitlikçi” bir kooperatif modeli getirince (Afyon üreticileri) eski İttihatçı, şimdi CHP’li büyük topraklıların sözcüsü Halil Menteşe, Cumhuriyet yönetimine çıkışır: “Kolektivizasyona gidiyorsunuz!”

1936’ya kadar ilerleme olamadı. Fakat yeni köy düzeni arayışı başladı. Toprak ve tarım davası ile iç içe. Atatürk 1936 ve 1937’de TBMM’de, “Toprak Kanunu’nun bir neticeye varmasını yüksek desteğinizden beklerim. Her çiftçi ailesinin geçinebileceği, çalışabileceği toprağa sahip olması…” diyecek. Ve İnönü, 1936 sonunda vurguları yapar: “Toprak işleyenin!”, “Bin kombina kuracağız.” Ve dağıtılacak toprakları kamulaştırabilmek için anayasa önerisi getirir (1937, 74. Md.). “Müttefikler” direnirler; “yüksek destekleri” söz konusu değildir.


KILAVUZ

Köye “kılavuz”la girilecektir. 1937’de Saffet Arıkan’ın getirdiği Köy Eğitmeni öncüdür. Büyük adım ise 17 Nisan 1940’tır: Köy Enstitüleri. Kılavuz, Enstitü öğretmenidir. Çizgi, kişinin köylülüğünü yadsımaksızın üretimin özgürleştirici damarını kavraması, geliştirmesidir. Ve insanlığın ortak değerlerini özümsemesidir. Bu büyük iddiadır. Köylü kendi potansiyelini keşfederek toplumu dönüştürme iradesine erişecektir. İddianın sahibi üç kişidir: İnönü, Bakan Hasan Âli Yücel ve Genel Müdür İsmail Hakkı Tonguç. Tonguç, tasarımcı, mimar, başöğretmen, usta, hatta işçidir. Müstesna bir belgecidir. Oğlu Dr. Engin Tonguç, onun günlüklerini, belgelerini kitaplaştırdı: Bir Eğitim Devrimcisi İsmail Hakkı Tonguç, 1997. Bu kitapla sadece Köy Enstitülerini değil, yalın gerçekleriyle 1940’ların Türkiye dramını tüm boyutlarıyla kavrayabiliriz. (Dikkat, 1940’lar her çeşit efsane ve menkıbe yaratma alışkanlıklarıyla, ürünleriyle perdelenmiş bir dönemdir.) 

İlk adımda 14 Enstitü kuruldu. Hedef 22 oldu. Enstitülerde eğitim üzerine yazılanlara değinmiyorum. Bilinenler yeterlidir. Tonguç’un gözünden izleyebilirsek, Cumhuriyetin erişmek istediği, demokratik devrim dediğimiz aşamaları tanımlayabiliriz. Yok, Cumhuriyetin “iç mücadelesi”nde somutlaşan demokratik devrim aşamalarını görmezlikten gelirsek, olup bitenlerin anlatımı sıradanlaşır, tek tük şeyler halini alır.

1942’yi anlayabilmeliyiz. Enstitü hareketi mesafe almıştır. Fark edilmeyen bir güç yaratmıştır. Gücü büyütme zamanı gelmiştir. 19 Haziran’da 4274 sayılı “Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası” geliyor. (80. yılındayız) Bu, Cumhuriyetin köye egemen olabilmesinden, büyük bir tarihsel atılımdan önceki fotoğraf gibidir. Yasa ile okul, köyün merkezi olmaktadır. “Kılavuz” köy halkını yetiştirecek, sorunlarını çözebilecektir. Kooperatifleri kurabiliyor. Çalışan köylü için, antikçağdan beri dünyasında olmayan şey, ödüllendirme geliyor. Yurttaşlığa büyük adım. “Müttefikler” bunların ne demek olacağını anlamışlar mı? Hem de nasıl!  Prekapitalist dokunun sürdürülmesi onlar için “hayat memat”tır. Savaşacaklardır.

DEVRİMİN İKİNCİ AYAĞI

1940 Yasası’na iki kişi “Evet” oyu vermişti; 150 kişi oy kullanmamıştı. Bu “Hayır” demekti. 1942’de 252 kişi “evet” oyu verdi; 177 kişi “yok”tu. Görüşmelerde kıyasıya direnmişlerdi. (Ayrıntıları, özellikle hangi maddelerde direndiklerini okuyunuz. Öğrenmek lazım.) Artık Enstitüyü kapsayan fakat aşan büyük bir adımla mücadele alanına giriyoruz. Gerçekte, sınıfsal muharebe alanına. 20 Temmuz’da İnönü, Tonguç’u alarak Enstitü ve köy “seferleri”ne başlıyor: Eskişehir, Sivrihisar, Mahmudiye, Hamidiye, Konya, Karapınar, İvriz, Ereğli, Bor, Aksaray, Koçhisar ve Ankara Gölbaşı. (Kitaptaki bilgiler aydınlatıcıdır.)

Gölbaşı’nda İnönü’yü karşılayan CHP’nin yeni Genel Sekreteri Memduh Şevket Esendal, Tonguç’u arabasına aldı. “Ne gezdirip duruyorsun bunu köy köy. Yarın bizim söylediklerimize, raporlarımıza inanmayacak!” dedi. “Bu” İnönü’ydü! Tonguç, partideki güç yapısının uzaktan göründüğü gibi olmadığını, mücadelede İnönü’nün karşısındaki gücün mertebesini artık en iyi kavrayan kişiydi. Birlikte yaptıkları “seferler”de İnönü’nün kurgusunu kavrıyordu. Bir kurmaylık. Garp Cephesi Komutanı kimliğiyle kurgulamış gibi: Yüzyıllardan gelen prekapitalist dokuyu ancak bir tür “harekât”la çökertebilirsin. Barış yıllarında yapılamadı. Şimdi, uygun zaman ayağına geldi: 2. Dünya Savaşı. Ülkenin, Cumhuriyetin en büyük tehlike ile karşı karşıya geldiği zaman. Ama içinde bir fırsat taşıyor: Eğer ülkeyi büyük savaş kıyametinin dışında tutabilirsem, içeride tarihin (bir paradoksla) ikram ettiği bu altın fırsatı kaçırmamalıyım! Ve hemen, (Alman kuvvetleri Fransa’yı almaya giderken) 1940’ın nisanında başlamalıyım. Gecikmemeliyim. Demokratik devrimin 1940’lardaki ilk ayağı olan Enstitü, 1942’de, İnönü’nün savaş yıllarının yokluklarında azalmayıp artan desteğiyle “ileri cephe”sini kurdu. (Ekmek karneyle, inşaat çivisi bile bulunmuyor!)

Devamı geliyor. Temmuzda Başbakan Refik Saydam ölür. Yerine Şükrü Saracoğlu geçer. Tarım Bakanlığı’na Şevket Raşit Hatipoğlu gelir. Cumhuriyetin en kayda değer Tarım Bakanı. O da Tonguç gibi, Almanya’da (ve Fransa’da) okumuş, doktora yapmış, Anadolu’yu karış karış gezmiştir. Köylüyü tanımış, toprak ve tarım davasını dert edinmiştir. 20 Ağustos’ta İnönü’nün Tonguç’la başlayan “sefer”inde o da vardır. Kayseri, Sarımsaklı, Pazarören, Bünyan, Sivas, Yıldızeli, Tokat, Turhal, Ladik, Samsun ve dönüş. Dönüşte, trende Tonguç’u ve Hatipoğlu’nu toplantıya çağırıyor. Yollarda, köylerde onlarla daha önce konuştuklarını “harekât” hedefi olarak söylüyor: Enstitü sayısı 60’a çıkarılmalı ve 200 bin tarımcı (çiftçi) yetiştirme hazırlığı yapılmalı! Tonguç, İnönü’yü özel merakla izliyor. Büyük toprak sahiplerine, topraksız köylülerin durumuna tepkisini not ediyor. Ve demokratik devrimin “ikinci ayağı”nı (“ikinci cephe” de diyebiliriz) keşfediyor: Toprak davası gelecektir. Garp Cephesi Komutanı sanki bir “kıskaç harekâtı” tasarlamıştır: Kıskacın bir ayağında Köy Öğretmeni’nin Enstitüsü, öbür ayağında Atatürk’ün özlemi olan “müstahsil köylü”, yani, topraklandırılarak doğacak olan çiftçi (iki yüz bin tarımcı).

BİRKAÇ TÜMENİM OLSA’

Mücadelenin siyasal söylemi, duyurusu kasım başında İnönü’nün TBMM konuşmasıdır: “…Cumhuriyet hükümetlerinin sarf ettikleri gayretlere iki seneden beri cemiyetimiz tarafından hiç yardım edilmemiştir... Bulanık zamanı bir daha ele geçmez fırsat sayan eski batakçı çiftlik ağası ve elinden gelse teneffüs ettiğimiz (soluduğumuz) havayı ticaret metaı (nesnesi) yapmaya yeltenen gözü doymaz vurguncu tüccar ve bütün bu sıkıntıları politika ihtirasları için büyük fırsat sanan ve hangi yabancı milletin hesabına çalıştığı belli olmayan birkaç politikacı büyük bir milletin bütün hayatına küstah bir surette kundak koymaya çalışmaktadırlar.” Sınıfsal “blok” tablosu berrak değil mi?

1943’ün “seferleri” nisanda başlayacak. Savaştepe, Kızılçullu, Gönen, Aksu. Sonra, eylülde Erzurum, Pulur, Kars, Cılavuz, Trabzon. Ve Beşikdüzü’nde Enstitü öğrencileri motorla açılmış, türkü söyleyip ağ çekiyorlardı. İnönü, Tonguç’la yan yana oturarak bir motora biniyor, giderken kolunu sıkıyor, acıtarak. Şöyle diyor: “Elimde bunlar gibi gençlerden birkaç tümen olsaydı, Türkiye’nin yazgısını değiştirirdim!” Askeri terim kullanıyor: “Birkaç tümen.” Demek ki 50 bin kişi bile yok! Esendal’ı bilmez mi? Yanı başında. Çoğunluk o tarafta ve eldeki malzeme bu. Bir demokratik devrim hamlesi, ortaçağ yapılarının tasfiyesi için bir “minimum güç” istiyor. Çünkü ortaçağ ile hesaplaşma büyük olacaktır. Ve öyle oldu.

Daha önce Tonguç, “60 Enstitü, 200 bin çiftçi” hedefi için kapsamlı bir çalışma yapmıştı. Bakan Yücel’le de uzun uzun görüştüler. Proje, takatlerinin çok üzerindeydi. Ne devlet yapısındakiler ne de parti destek olurdu. Gerçek bu idi. İnönü’ye gittiler. “Olamayacak” dediler. Kitap şöyle yazıyor: “Tonguç, onun yanıtını yaşamı boyunca unutmayacaktı: ‘İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz’ demişti.” Tarih henüz 1942 idi. “Savaştan sonra” deyişi yaptığı kurguyu açıklıyor.

Biz” ve “Bize yaptırmayacak olanlar”. Açık değil mi? Enstitüler için İnönü’ye “Bu komünist yuvalarını ne zaman kapatacaksın?” diyen Mareşal’den valilere, kaymakamlara kadar gelen bir kadronun katı tutumu ve devrimciliği 1930’ların ortalarında eskimeye başlamış bir parti yapısı. Peki, Cumhuriyetin köylüler ülkesinde demokratik devrim mücadelesi kaybetmeyi de göze alarak yapılmayacak mı? Yapılacak.


GERİCİLİĞİN KALIN KABUĞU

Türkiye kendini savaşın “kıyamet”inden korumuş ama beş yıl boyunca büyük bir orduyu silah altında tutmak zorunda kalmıştır. Köydeki üretici orduda tüketici olmuştur. Savaş biterken tarlaya dönüş eski düzene dönüş mü olacaktır? Yoksa o köylü toprağa kavuşup çiftçi kimliği mi kazanacaktır? Tarım Bakanı Hatipoğlu, 17 Ocak 1945’te “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması” tasarısını getiriyor. Demokratik devrimin ikinci ayağı (cephesi). 

Hakkıyla tarım yapmak üzere toprakta yeni mülkiyet getiriyor. Merkeze “Bağımsız Çiftçi”yi (Çiftçi Ocaklarını) yerleştiriyor. Ona 30’dan 500 dönüme kadar toprak veriyor. Ortakçı, yarıcı, maraba tarihe karışacaktır. Büyük topraklılar tarım yapmak istiyorlarsa 500’den 5000 dönüme kadar ekim yapabilirler. Ekmezlerse, o topraklar da kamulaştırılarak bağımsız çiftçiye verilecektir. Köyde aydınlanan çiftçi, toprakta Cumhuriyetin gerçek tarım ajanı olacaktır. İnönü ile Hatipoğlu’nun tarihe geçecek hamlesidir.

SOVYET ÖZELLİĞİ’

Usulen, tasarı önce Muhtelit Encümene (Karma Komisyon) geldi. Çoğunluk tasarıya karşı idi. Hatipoğlu geniş hazırlığını, uygulama için “ayrı bir teşkilat” kurulacağını açıkladı. “Yalçın hakikat şudur: Çiftçi dediğimiz kimseler topraksızdır. Toprakları yetmemektedir. Bu davayı halledelim arkadaşlar. Bu yurtiçinde toprağı yetemeyen çiftçi ve topraksız çiftçi bulundukça her şey zarar görür.  Kundaklanmış kanun işe yaramaz” dedi. Komisyon sözcüsü ise Adnan Menderes’ti!

Uzatmayalım. Tasarı köy-toprak-tarım rejiminin fiili sahipleri için ürkütücüydü. Ortaçağdan gelen “statü”leri sona erecekti. İnandırıcı tezleri yoktu. Ancak, çoğunluk sağlayacak taktikleri ve “komünizm geliyor” yöntemleri vardı. 

KARŞIDEVRİM

Emin Sazak: “Rusya’da da aynen böyle olmuştur. Kolektif şirket diye başlamıştır, halk da mecbur olmuştur. Aynen tatbikatı budur.” Recai Güreli: “Tasarının dışarıda akisleri bambaşkadır. Bilhassa ocak meselesi… Diyorlar ki acaba hükümet sola mı kayıyor? Tüccarlar da acaba bizim elimizdeki mülkleri de taksim edecekler mi diye soruyor.” Feridun Fikri Düşünsel: “Nereye gidiliyor? Yalnız toprak mülkiyetine değil, mülkiyet prensibine ait niteliktedir.” Adnan Menderes: “Çiftçiliği özel meslek saymaktaki maksat nedir? Yüksek komisyonunuz buna lüzum olmadığını ifade etmiştir. Toprak kiralamamak, ziraat amelesini tamamen ortadan kaldırmak, toprağı bizzat işletmek, toprağı kökünden kamulaştırmak Sovyet toprak rejiminin belirgin özellikleridir.”  Atıf Bayındır: “Kullanımda sınırı kabul edersek, bütün servet şekillerinde de kabul etmek lazımdır. O zaman bunun ismine başka bir şey derler.”  F. F. Düşünsel: “Çiftçi diye bir sınıf vücuda getiriyoruz. Bizim hukuki bünyemize uygun mudur?  Uygun değildir. Memleketin gelecekteki yönetimine zararları olabilir mi? Olabilir. Çünkü memlekette bir sınıf bilincinin oluşması muhtaç olduğumuz siyasal dengeyi yarın bozabilir.”  

Ve Cumhuriyette de yaşasa, bir ortaçağ rejiminin toprak mülkiyeti sahibi için, en üstün değerin o mülkiyet olduğunu anlayabilmemizi çarpıcı biçimde anlatan Emin Sazak: “Acaba bu adamları (büyük topraklılar) ortadan kaldırmak memleketin gelişmesi için faydalı mıdır? O adamlardır ki Milli Mücadele’nin ilk günlerinden beri Garp Cephesi Kumandanı 100 vagon buğday verin der, yetiştirir… Bakanımızın tasfiyeye layıktır dediği o ağalar yok mu, oğlunu askere gönderdi, binlerce vagon zahireyi, yüz binlerce lirayı hükümet yok iken Garp Cephesi Kumandanı’nın emrine gönderdi…”  Ne diyor? Senin askerin, senin Milli Mücadele’ni benim gönderdiğim ekmekle yaptı, diyor! Cumhuriyet en ileri menziline ulaşamadı. Bağımsız çiftçi (Mustafa Kemal’in “müstahsil köylü”sü) doğamadan öldü. Köy öğretmeni 1945’ten sonra yalnızdır. Ortaçağ toprak rejiminden güç alarak “yeni siyaset” için sahneye çıkanlar, “kılavuz”un güçsüzleştiğini iyi görmüşlerdir. İttifaklarının gücünü artık Enstitü’yü yıkmaya yönelttiler. Geri kalmışlığın kalın kabuğu kırılamadı, biraz daha kalınlaştı. Demokratik devrimden kalan boşlukta karşıdevrim filizlenmeye başladı.

Dr. Engin Tonguç, kitabında, babasının yaşamı boyunca, İnönü aleyhinde konuşan olursa hemen susturduğunu yazıyor. Acaba neden? 

* * * * * * * * * * * * 

KAYNAK: cumhuriyet.com.tr / Bilsay Kuruç – Köy Enstitülerinin gücü

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/bilsay-kuruc/koy-enstitulerinin-gucu-1929374?fbclid=IwAR14O0TS_go8ql7nQ1uYIedc6FE8_cyJlMavIxddnJDBLv8rlNP85KTFJ_0

* * * * * * * * * * * *